Aşağıdaki kişiler benim adımı kullanarak tuz satmaktadırlar bu kişilerin benimle ilişkisi yoktur. Sahte tuzlar satarken, Sahteciliklerine benim adımı kullanarak kapatmaktadırlar. Bilgilerinize
Benimle ilişkisi olmayan Kişiler |
|
Benimle ilişkisi olmayan Şirketler |
|
Benimle ilişkisi olmayan Markalar |
|
Benimle ilişkisi olmayan Siteler |
|
Çalınan Eşşeğimin hikayesidir (1. ekleme) Eşşeğimi kaybettim. Görenler Allah rızasına haber vermeleri rica olunur Ben Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabının Yazarı Yücel Aydemir. Bir eşşeğim vardı benim. Adı Yaşamın Gizzemi Limitet şirketi. Mayıs 2012 den beri bu eşşeğimi kaybettim. Gören okurlarımın, haberi olan müşterilerimin, allah rızası için haber vermeleri rica olunur. Nasrettin hocaya sordum, dediki yularını kime teslim ettiysen ona sor. Ben Eşşeğimin yularını Ünal Güner’e teslim etmiştim. Ünal Güner’e sordum. Sinsice güldü sadece. Dedim Hoca Nasrettin bu işte bir terslik var. Eşşeğimin yularını verdiğim hınzırca gülüyor sadece. Onun ruhuna şeyten girmiş bir kere evladım dedi, o artık iflah olmaz. İktidarlı birine sorman lazım. Duydum Kartal da dünyanın en büyük adalet sarayı açılmış. En iktidarlıyı orda bulabilirsin dediler. Ne garip değilmi, dünyanın en büyük adalet sarayına sahibiz diye övnüyoruz. Dünyanın en büyük kültür sarayına, müzesine, tiyatrosuna sanatına, yada mimarisine değil, en büyük adalet sarayına. Bu işin görkemli yanı. Peki ne olur bu adalet saraylarında, suçluları, yani hırsızları, yan kesicileri kanun dışılar temizlenir bu toplumda. Dünyanın en büyük adalet sarayına ihtiyaç duyanlar, dünyanın ne çok hırsızının olduğu toplumlardır. Ben de her ne kadar da bu dünyanın en büyük adalet sarayı ile övünmesem de varlığına sevinerek, koşa koşa bu sarayda buldum kendimi. En iktidarlısı orda oturur dediler. Hırsızın gözünden tanır dediler. Bende vardım bir iktidarlıya ve ne olur şirketimi telefonuyla, kalemiyle, sandalyesiyle çalmış götürmüşler, bana şirketimi bulurmusunuz dedim ve bir muhasebe klasörü dolusu delillerini önüne koydum. Savcı bir dosyaya baktı, bir bana baktı, bir dosyaya baktı bir bana baktı kafasını salladı, ve buluruz hemşerim buluruz, kafdağının arkasına da götürseler buluruz. Hoca Nasrettin akıllı adamdır. Boşuna bize adam göndermez. Bu iş bize kadar geldiyse artık bundan sonra dünyanın öbür ucunda bile olsa buluruz. Çok gizli tuttum araştırmamı. Çok gizli tuttum suç duyurusunu. Hırsızlarım her tarafa soruyorlar beni, bilen yok tabi. Gün geldi öğrendiler, öğrenince de bir panik ve korku ile yazdığım kitabımı karalamaya başladılar. Soruşturmanın selameti açısından pek fazla bilgi vermeden sizlerle kaybolan eşeğimin hikayesini paylaşmak istiyorum. Belki siz de bana eşeğimi bulmamda yardımcı olursunuz. Bir geçmiş olsun mesajı bile büyük bir destektir. Kime teslim ettin bre adam eşeğinin yularını. Önce eşeğini sağlam kazığa bağla derler. Hiç duymadın mı bu sözü? Eşeğimin Yuları kimin elindeydi? 2008 de yazdığım Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabını sizlere ulaştırsın, ve dünyanın en şifalı tuzunu, Halit himalaya tuzunu memleketimin insanına ulaştırsın diye Yaşamın Gizemi Limitet şirketini kurdum. Kendim Almanyada yaşadığım ve ömrümde ticaret yapmadığım için, daha doğru söylemek gerekirse biraz da ticareti küçümsediğim için, bu şirketimin yularını Ünal Güner’e teslim ettim. Ünal Güner Kimdir ve neden Ünal Günere yuları verdik. Ben Ünal günere yuları verdim diye düşünüyordum, geldiğim sonuçtan yola çıkarsak, aslında ben eşeğimin yularını Ünal Güner’e vermemişim kaptırmışım. Benimkisi meğer boş bir kuruntu imiş. Belkide Niye Ünal Güner diye soruyorsunuzdur. Aslında ben Ünal Güner’i ne tanırdım ne de tesadüfen de olsa bu tür insanlar ile yollarımız kesişirdi. Allahın hikmeti bu ya. Büyük lokma ye de büyük konuşma der bizim bilgelerimiz. Meğer ne büyük konuşmuşum. Ünal Güner ile tanışma Kitabımı 2008 İstanbul kitap fuarında sergiledikten sonra üzerime televizyonlardan tüccarlara kadar bir yığın insan üşüştü. Kitap fuarının hemen arkasından ben Almanya’ya geri dönmek zorundaydım. Çünkü orada yaşıyorum ve Ünüversitede çalışıyorum. Daha fazla bekliyemezdim. İşte o gideceğim günü Ozan diye bir arkadaşı ile birlikte Ünal Güner bana geldiler. Ünal kardeşim bana Lüks bir jip ile gelmişti ve bu tuzu pazarlamak istediğini söyledi. Yalnız bu lüx jipi ta başından beni rahatsız etmişti. Kimsenin malında gözümüz yok ama, bu kişinin ne kadar doyumsuz biri olduğunu hissettirmişti. Ama ne yazık ki en son geldiğim noktada bu hislerimin doğru olduğunu anladım. Her zaman insan hissettiklerinin peşinden gidemiyor. Ünal bey hemen iki hafta sonra benden bir 100 kg tuz ve 50 kitap alıp İstanbul Askeri müzede bir fuara katılır. Bu fuarda Betül Arım’a bir kitap hediye ederler. Betül hanım da üç gün sonra Gittiği bir televizyon kanalında kitabı seyircileriyle paylaşır. İşte o gün programdan sonra tam 10250 kişinin üzerinde insan siteye girer ve sitem bloke olur. Bunun arkasından ticarete geç kalmış bir yığın insan tekrar üzerime hücum etmeye başladı. İ’ diye başka bir kadın peydah oldu. Beni hava alanından almak istiyormuş. Hava alanından almak isteyen bir diğer kişi de Ünal Güner idi. Bu kişilerin neden beni hava alanından almak isteyişlerinin iştahını bir türlü anlayamıyordum. Toyluk bu ya. Şimdi anladık ki arkama düşenler ya batmışlar ya da batmak üzerelermiş. Zaman akıyor, himalaya tuzu gittikce tanınıyor, insanlar tuz istiyor ve ben bütün bunlara yanıt vercek durumda deyilim. Hiçbir altyapım yok. Ticaret için başlamamışım çünkü. Bir tezim var ve o tezi ispatlamaya çalışıyorum. Aslında bütün bunlar bir bilim adamı naivitesi. Neyse uzatmayalım ben Bursa kitap fuarına katılmak için geliyorum. Betül hanım ile cuma günü buluşup tanışacağız, bana bursa fuarında destek olmak için geleceğini söylemiş. Hava alanına indim Ünal Güner beni bekliyor. Beni hemen yemeğe davet etti. Yemekte biraz sohbet ettik. Gece 12 ye geliyor. Ben kardeşimde kalmaya gidecam. Abi dedi bu satte eve gidilmez. Hadi bize gidelim. Olur olmaz derken israrla aldı bizi evine götürdü. Hani hep deriz ya her insan eve alınmaz. Eve aldığın insana bir dostluk ve güven verdiğini belirtmek içindir. Ertesi günü Kalktım ben Betül hanım ile Müjdat Gezen sanat merkezinde buluşmaya gidecam, abi dedi Ünal, seni ben götürürüm. Utandığımdan senin işin yokmu diye soramadım. Aldı beni o lüks jipi ile Betül hanıma götürdü. Dediki Ünal bey ben arabada bekliyeyim siz görüşün gelin. Daha senli benli değiliz. Habire Yücel Bey diyor, abi diyor, siz diyor. Olur mu dedim Ünal bey hadi birlikte gidelim. Ya siz gidin beni beklemeyin ya da birlikte gidelim dedim. Ünal kardeşim bu arada kitabı belki 3 kere okumuş, altlarını çizmiş notlar almış ve yolda bu anlamadığı yerler üzerinde sorular soruyor ve ben de yanıtlıyorum. Kendi kendime de diyorum ki, bunda bir tuhaflık var. Hani bilim dedik ama bu kadar bilim sevdalısını ben hiç görmedim. Bunda nasıl bir hikmet var sonradan anlayacağız. Bunun yanında kendisinin türkiyede ilk nefes dersleri veren kişi olduğunu ama bir türlü benlik peşine düşmediği için başkaları meşhur olduğunu, kendisinin ruh ve madde derneğinin eski üyelerinden olduğunu ve evrenle irtibatta olduğunu (yani gelecek okuyan demekmiş sonradan anladık. Bunun dinlerdeki adı vahiy gelmektir bunu biliyoruz. Ama vahiyin peygamberlere geldiğini biliyorduk da şeytanlara ne zamandan beri vahiy geldiğini açıkcası bilmiyordum. Cahilliğime bağışlayın.) işte Ünal kardeşimin de böyle ruhhani yeteneklerinin olduğunu, bir de Türkcede modern bir ad koymuşlar, Medyumdiye. Geçen Ünal beyden uz alan bir arkadaş söyledi, hacizli tuzlar varmış çok ucuza almaya değer mi diye sormuş, yok demiş olmaz biz o tuzları kodlayamayız. Bu tuzları kodlamak ne anlama geliyorsa. (Bu arada Ünal Güner’in gerçek kişiliğini ben bilmiyorum. Bana Spor akademisi mezunu olduğu, işte seksenli yıllarda dünya judo şampiyonu olduğunu, Sabancıyı, Vehbi Koçu ruhsal tedavi ettiğini anlattı. Biz tabi inandık bunlara. Geçen bir arkadaş Yaşamın Gizemi merkezine geldiğinde Harvard Universitesinden diploma astığını gördüğünü söyledi. Artık neyin doğru neyin yalan olduğunu bilmiyorum. Gerçek bilgisi olanların bizimle paylaşmalarını rica ediyorum.) Betül hanımın yanına çıktık. Betül henım öğrencilerinin karşısında bizi ağırladı. Öğrencilerinin önüne oturrtu. Ünal kardeşim mikrofon görünce heyecanını tutamıyan politikacılar gibi sözün arkasını bir türlü getiremiyor. Betül hanım da öğrencilerine anlatmış, övmüş bizi, herkes şaşkınlık içinde Yücel Aydemir bunların hangisi diye. Bu arada Betül hanım da göz ucuyla beni izliyor. Gözünde beni nasıl canlandırmış sa, çünkü biz sadece telefonla tanışmışız, bir kaç kez sohbet etmişiz, ben onun kim olduğunu bilmiyorum bu yüzden olsa gerek, bir türlü kafasındaki Yücel ile yanında oturan Yücel arasında bir kopukluk olduğunu hissettiriyordu bakışları. Betül hanım Ünal beyin o bitmeyen ve birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan sözlerden rahatsız olacak ki, bana dönerek hadi bize kitabınızı anlatın dedi. Ben fuarda konferansım olduğu için bütün teknik yanımda geziyorum. Açtım orada bir konferans verdim. Tabi verirken Betül hanımın bu korkusuz içtenliğine çok duygulandım. Bir ara konuşamaz oldum ve arkamı dönüp kendimi gizlemeye çalıştım. Konferansın arkasından bizi evine davet etti. Neyse akşam biz Betül hanımın evine giderken bu bahsettiğim İ’ denen kadın aradı. Ben de dedim biz Betül hanımın evine gidiyoruz sonra görüşürüz. Kadın ‘aaa dedi, Betül hanım benim arkadaşımdır. Bende oraya geliyorum. Ben ne izin verebilirim ne yasaklayabilirim siz bilirsiniz, bence Betül hanıma sorsanız daha iyi edersiniz dedim. Yok canım dedi Betül benim çok samimi arkadaşımdır, sormama gerek yok, biz çat kapı ziyaret ederiz.’ Hani sokakta gördüğümüz her ünlüyü en samimi arkadaşımız olduğunu sanarız ya, bir kere görmeyiverelim, o misaliymiş meğersem, sonra anladık. İyi dedim siz bilirsiniz. Aslında onun da amacı beni avlamakmış bunu sonradan anladık. Hepsini çok sonradan anlıyorum, çok geç. Ben 21 yıldır yurt dışında yaşıyorum. Anadolunun dağlarından karların altından boynunu uzatan kardelen gibi, çekip gitmişim yaban ellerine, ben ne bilirim İtanbulda ne oyunlar dönüyor. Şimdi kavgada ustalaştırdılar bizi. Artık hırsızın ruhunu tanıyorum. Ama kavgada ustalaştığıma sevinmiyorum, kardelen saflığımı elimden alıyorlar ona üzülüyorum. Ben şairim, kardelen güzelliğinde yola giderim bu dünya ile, ama şimdi şiiri burakıp hırsızlarımın peşine düştüm ne acı değilmi! Hiçbir hırsız beni kirletmeyi beceremiyecek, koca eşeğimi çalanlar onu yemeyi becerseler bile. Eşekten vazgeçerim de kardelen güzelliğinden değil. Neyse biz konuya geri gelelim. Saat akşam sekize geliyor. Ben ertesi günü kardeşimden arabasını ödünç alacam ve fuara kitap/tuz götürecam. Bir telefon geld ve kardeşim arabayı veremiyeceğini söyledi. Tilki kurnazdır, açık gördüğü an avının üzerine atlar. Ünal’cığım kalkabilirmiyiz dedim. Durumu hemen farketti. Ne oldu abi dedi. Anlattım, bir an önce bir araba bulmam gerek dedim. Dert etme dedi abi sizi ben götürürüm. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş. Bendeki saflığa bak, şeytanımı hızır olarak görmüşüm. Şimdi artık adım gibi biliyorum. Fuara Betül hanım da geldi. Sonra bir ara ben Betül hanımla biraz konuşma fırsatım oldu. Dedim ki Betül hanım, ben bu işi yanlız başıma götüremiyorum, ama kime güveneceğimi de bilmiyorum. Dediki bana ben dedi bu Ünal hakkında bir araştırma yaptım, onu tanıyan biri dediki, bu o kadar saftır o kadar saftır ki aptallık derecesinde saftır. Size öyle iyilik yapar ki neden yaptığını anlayamazsın. Sen bu kişinin dışında bu işi yapamazsın. Ünal’ı Betül hanımla tanıştıran benim. Dolayisiyle Ünalı bana övmesi için bir sebebi yoktu. Zaten gidişatta onu gösteriyordu. Biz tabi yavaş yavaş yakayı ele verdiğimizin farkında değildik. Artık Ünal ile kardeş olmuştuk. Ben araba ile Türkiyeye ailecek gelmişim, hep beraber dolduk ailecek türkiyeyi gezdik. Haftalarca Ünal kardeşimde kalıyoruz. Geri dönecağız, abi dedi bana bir vekalet ver de habire lazım oluyor sen oradan buraya bunun için gelme. Olur dedim kardeş. Ama bu arada Ünal kardeşim bana şunları anlatıyor. Türkler savaşa giderken arkalarına ince sal taşlar bağlarlarmış. İşte buna arkataş derlermiş, kimse arkadan vuramasın diye. İşte biz türklerdeki arkadaşlık oradan gelir. Arkadan kimse vuramasın diye arkadaşımız vardır. Taş değil arkadaş korur insanı. Ben de diyorum, ne has birine denk geldim. Allah herkese doğru insanlarla çalışmasını nasip etsin. Ben de doğru insan ile karşılaştığımı düşünüyordum. Notere gittik, noter vekaleti yazarken dediki abi bana şirket müdürlüğünü versen işler daha kolay olur. Ben de hiç artık bir şüphem kalmadığı için olur dedim ARKATAŞ. İşte o günden beri eşşeğimin yularını ARKATAŞIM Ünal Güner’e verdim. Ünal kardeşimin her ne kadar doğru dürüst bana hesap vermese de bu kadar içten Yaşamın Gizemi için çalışmasını sindiremiyorum. Eşim ile de konuştum. Şirketin eşim Üzerindeki hissesini Ünal Arkataşıma devredelim dedim. Eşim olur dedi. Ancak ÜNAL kardeşim dediki, abi hiç gerek yok. Sen insanlığa hizmet ediyorsun. Benim yeterince malım mülküm var. Sen bakma İstanbulda Züğürt gibi dolaşıyoruz ama Malatya’da bize ağa oğlu derler. Battal ağa. Bu arada Ünal kardeşimin Bir birahanesinin olduğunu, beş yıldır ne bitirebildiği ne de satabildiği, fay hattının üzerinde yapılmış iki tane beş katlı Villası olduğunu öğrendik. Kendisi götürüp gezdirdi. Bahtları açılsın diye benim gibi bilgisini paraya çevirmek istediği türkiyede Sarkaç cı olarak tanınan bir jeolog doktorla birlikte gidip tuz ile sihir yaptıklarına şahit oldum. Bu sihir bir işe yaradımı bilmiyorum ama o sarkaççı arkadaşı av olarak elinde tutmayı beceremdi. Sarkaçcı arkadaşım da benim gibi saf ama gene de İstanbul görmüş, şeytanı ininde tanıyanlardan. Kulakları çınlasın çok sevdim kendisini. Adını vermiyorum. İyi işnsanların adı şeytanlar ile birlikte zikretmek doğru değildir. (Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için, Betül hanımın adını bu hikayenin bir parçası olduğu için ve herkes bildiği için yazıyorum) Ünal kardeşimin neden ortak almadığını sonradan anladık. Meğersem Kardeşimin Tirilyonlarca borcu varmış, her şeyi hacizde imiş. Bu yüzden bindiği araba bile başkalarının üzerineymiş. Hala daha bindiği araba başkalarının üzerine. İşte bu yüzden şirketi üzerine almak tehlikeliymiş. Hiçbir riski olmadan dışarıdan yemek daha kolay iken neden risk altına girsinki! Ben nerden bilebilirdim. Ben her dediğine inanıyorum, he Ünal, olur Ünal, kardeş Ünal, Arkataş Ünal, derken yolumuz habire bir darboğaza gelip tıkanıyor. Bu arada Ahmet Maranki’ye SALUS’u satmaya başladı. Bunları bana reklam olarak anlatıyor. Ahmet bey televizyonlarda herkese Himalaya Tuzunu anlatıyor, Nuri Haksever Himalaya tuzunu anlatıyor. Betül Arim Himalaya tuzunu anlatıyor. Artık bir himalaya tuzu muhabetidir televizyonlarda aldı başını gidiyor. Bazen şöyle diyor. Abi diyor Maranki’nin yanına gidiyorum. Yarın televizyona çıkacak, televizyonda ne anlatması gerektiğini söyleyecam. Bugün milletin karşısında tuz yalayın diyecam. Hani politikacıların konuşmalarını başkaları yazar ya# işte o misali. Bunu anlatırken de Maranki’yi ele geçirdiğinin gururu içinde. (Bir gün ben Marankiye sparişlerini kendim götürdüm. Kimse tabi kim olduğumu bilmiyor. Orda çalışanlardan biri dedi ki abi butuzun bir broşürü yok mu, herkes broşür soruyor. Dedim ki olur mu bizim bir kitabımız var. O zaman dedi Ahmet beye söyleyeyim de kitabınızı da koyalım satışa. Ben Ünalı aradım sordum, bak dedim Ünal insanlar kitaptan haberi bile yok. Neden vermiyorsun. Abi olurmu dedi Ünal ben Maranki’nin eline kendim tutuşturdum hem de iki kere. Dediki Maranki, yahu bu kitap gene nerden çıktı. Kendine rakip olmasın diye görmek bile istemiyor dedi.) Bir çok ünlü artık televizyonlardan himalaya tuzunun reklamını yapmaya başladı. Ticarete geçkalmış hemen herkes Himalaya tuzuna saldırdı. Pazarlama için de televizyon kanalları kullanılıyordu. Çünkü televizyonlar artık eski içeriğini çoktan yitirmiş hemen hepsi birer satış ve pazarlama aracı olarak kullanılıyordu. Klasik reklam yerini çoktan usta bir haber – pazarlama yöntemleri almış. Para ile haberprogramı yapıldığını hiç duydunuz mu? Duymayanlar şimdi duysunlar. Bu kurmaca haberlerin hepsinin içeriği sadece pazarlama metinleri ile dolup taşmaktadır. Tabiki bu dünyanın dört bir yanında yapılan bir yol, ama inanın ben dünyanın birçok ülkesi ile iç içe yaşayan bir insan olarak bizdeki gibisini görmedim. Artık televizyonlarda bir himalaya tuzu muhabbetidir aldı başını gidiyor. Himalaya tuzu ile ticaret yapan herkesin ilk işi televizyonlara koşmak oldu. Himalaya tuzunu anlatıyorlar ama hiçbiri de himalaya tuzunun ne kalitesinden, ne özelliğinden ne de ne işe yaradığından bahsediyorlar. Himalaya tuzu hakkında anlatanlar da himalaya tuzunun kalitesi kadar çeşitli idi. Örneğin Fehmi Aslandoğan adında meslekten emlakcı olan bir tüccar, “Himalaya tuzu dünyada beş yerde çıkar, işte bunlardan biri de Çankırıdır,” deyip çankırı tuzunu himalaya tuzu diye satmaya başladı. Bir de uyduruk bir ad verdi. A kalite Himalaya tuzu. Hiç kimse akıl edip de diyemedi ki iyi de, Çankırı’da himalaya tuzu çıkarsa, himalaya da da Çankırı tuzu çıkması gerekirdi. Bu yalan en az himalaya dağı kadar büyük bir yalandı ve gariptir birçok insan buna sorgulamadan inandı. Aktarlar birliği başkanı himalaya tuzu ticaretine başlar. Tabi himalaya tuzunun ne olduğunu bilmediği için buna pembe tuzu verirler. Mal elinde patlayınca, Eh der, ben bile himalaya tuzunun ne olduğunu bilmiyorum da kim bilecek diyerek televizyonlarda Himalaya tuzu pembe olur diye bağırmaya başlar. Bunun yalanı en azından Himalaya tuzu aynı zamanda Çankırı’da çıkar gibi tamamen yalan değildi. Evet himalaya tuzu genel olarak turuncudur. %98 oranında turuncudur. Ama bunun içerisinden seçilen kristal tuz vardır ki buna halit derler ve en güzel tuz budur. Biz bu tuzdan bahsederiz. Sonra benim kardeşim Ünal ambarda darı görmüş tavukların hırsı ile bir sarıldı ki himalaya tuzuna, akıllara durgunluk verecek derecede. Bu arada tuz lambalarının varlığından haberi oldu. Abi hemen ısmarlayalım dedi. Olur dedim Ünal. Tuz lambaları geldi. Karlılık oranı oldukça yüksek, hemen herkes tuz lambası ticareti yapmaya başladı. Kimisi diyor astıma iyi geliyor, kimisi diyor radyasyona iyi geliyor. Bütün bu diyenler hemen hepsi televizyonlarda, canlı yayınlarda söylediler bu yalanı. Aslında söyledikleri doğruydu ama olayı belki yüzlerce kat abartmıştılar. Örneğin tabiki rüzgar uçağın hızını etkiler. Arkadan gelen rüzgar hızını arttırırken önden gelen yavaşlatır. Ama bunu değiştirip te uçak tamamen rüzgarla uçuyor demek külliden külliye yalan olur. Sonra Ünal kardeşim Tuz odalarını keşfetti. Orada daha müthiş kar vardı. Hemen oraya saldırdı. Artık Ünal kardeşimi zincire bile bağlasan dur durak bilmiyordu. Meğersem aklında ta başından, herşey istediği kıvama gelince, yaşamın gizeminde ünvan değişikliğine gittik diyerek kendi adına bir firma kurup Yaşamın Gizemini de batırıp beni de Türkiye den kovup Türkiye de kendisini tuz baronu ilan etmekmiş. (Ne yazık ki bütün rüyası suç duyurusu ile tersine döndü. Şimdi artık uykuları kaçıyor. Ünal Güner’in avukatının söylediğine göre, Savcının verdiği talimat üzerine İstanbul il tarım müdürlüğü Ünal Güner’in sahte olarak ürettiği tuzları analize vermiş, eğer insan sağlığına zararlı bir madde bulurlarsa, hapis cezasının bir on yılın üzerinde olabileceğini söyledi.Vay bana vaylar bana. Bu kadar aç gözlülüğü anlamak mümkün değil. Verdiğim ekmeği yemeyi bırakıp da onu hepten çalmaya kalkmak ne kadar zavallı bir kişiliktir! Bunu hiçkimse anlayabilmiş değildir. Haberi okuyan herkes şokda. Herkes şok da da bu hırsızlığı yapanlar hala ne yaptıklarının farkında değiller herhalde) Artık bütün popüler kişiler televizyonlarda tuz yeyin diye yeri göğü inletiyorlar. İşin garibi şimdi himalaya tuzu yeyin diyenler, daha dün tuz tuzdur, dünyanın neresine giderseniz gidin tuz hep aynıdır, tuzun himalayası olsa ne olur, uzak durun diyen kişilerdi. Her ne hikmetse hiç kimse bu tuz da nerden çıktı, herkes üç beyazdan kaçın derken, heryerdeki bu tuz muhabbeti de nerden çıktı? diyen bir kişi olmadı. Herkes sorgusuz sualsiz bu tuzu kabullendi. Gene işin garibi her televizyonda anlatan sanki bu tuzu kendisinin keşfettiğini anlattı. Bilselerdiki bu tuzu ilk bulanın Büyük İskender ordusunun atlarıdır, kendilerini akıllı sanan bu popülerler, atların bulduğuna kendi buluşları gibi lanse etmezlerdi. Çünkü hepimiz kendimizi atlardan daha akıllı olduğumuzu düşünürüz. Oysa himalaya tuzunu ilk bulan Büyük İskender ordusunun atlarıdır. Bakarlar ki atlar kayaları yalamaktadırlar. İşte o zaman atları takip ve taklit eden iskender ordusu himalaya tuzunu keşfeder. Gene işin en garip yanı da bütün bu popüler kişilikler himalaya tuzunun reklamını yaparken, bir kişi kalkıp da sormadı ki, bre adam daha düne kadar tuzdan uzak durun diyorken bugün ne oldu da birden tuz yeyin demeye başladınız. Oysa bütün tuz tüccarları, adımdan bahsetsin ya da bahsetmesin kitabımı nerdeyse ezberlemişlerdi. Kimileri Network Marketing gibi pazarlama sistemleri kurup orada insanlara iki katı fiyatına tuz satmaya çalışırken kitabımı yeniden formüle ederek yeni kitaplar yazdığını iddia ederken, kimileri de Ünal Güner ve Meltem Güner gibi televizyon kanallarında kendilerinin tuz araştırmacısı olduğunu anlatmaya başlamışlardı. Oysa Ünal Güner in en son yaptığı iş Şirinevler de birahane işletmekti. Meltem Güner’i ise pek tanımıyorum. En son Tempo TV de Betül Hanım ın programlarını hazırladığını biliyorum. Ömründe ilk defa tuzun ne olduğunu benden duyanlar, ilk defa benimle birlikte tuz görenler, şimdi televizyonlarda Yaşamın Gizemi Su ve Tuz başlıklarının arkasında tuz araştırmacısı olarak ahkam kesmekteler. Hatta bakın şu sayfada insanlara ne tür yalanlar uydurmaktadırlar. https://www.facebook.com/Himalayatuzu?fref=ts 1. soru www.sihirlius.com adresinden Himalaya tuzunu Türkiye’de en çok tanıtan kişiler kimlerdir? cevabı buradan mesaj atabilirsiniz. Bir de verilen cevaplara bakın En içten tanıtım yapan yer HACI ABDULLAH… Kişi olarakta Ünal ve Meltem Güner…
-
YS: Ünal Güner ve Meltem Güner
SAK: ünal güner meltem güner
-
BM: ünal güner meltem güner
EA: meltem güner, ünal güner
-
BM: mine demirağ ve ünal güner
-
NO: Ünal Güner- Meltem Güner
-
TD: Ünal Güner- Meltem Güner
-
ÖA: Ünal Güner- Meltem Güner
-
MK: betül arım,ahmet maranki
Bu cevaplar böyle gidiyor. Oysa diğer memleketler değil ama Türkiye bu tuzu benim kitabımla tanıdı. Bırakın Türkiye’yi, yukarıda adları zikredilenler üstelik benim herşeyimi çalan götüren insanlar ve bunlar tuzu benim çalışanım olarak öğrendiler, ve en çok tanıtanlar da bunlarmış. Benim adımı yazanları ise siliyorlar oradan. Nasıl olsa yönetimleri elindeye.Bunu da yazdıkları engellenen insanların bana yazdıklarından öğreniyorum. Ama biz gene de şunu biliyoruz. Boynuz kulağı geçermiş. Yavuz hırsız ev sahibinden beşer çıkarmış. Bu arada Betül hanım Tempo TV de program yapmaya başladı ve beni programlarına davet etti. Orada Betül hanımın yönetmeni diye tanıttıkları Meltem Demirağ ile tanıştırdılar. Artık Yücel Aydemir gökten düşmüş bir Mücevher gibi o TV den bu TV ye çağırıyorlar. Oyunun ikinci silahşörü Meltem Demirağ artık sahneye çıkmıştı. Meltem Demirağ o zamanlar şöyle diyor; ‘Tuz kendini anlatmak için en doğru adamını bulmuş.’ Bunu derken ben bu sözden şunu anlıyorum. İşte Yücel Aydemir Almanya’da yaşıyor, eşi japon, Japonca biliyor, almanca ingilizcebiliyor, Türkiyeli ve dolayisiyle bütün dünyaya kendini anlatma olanağı var. Şimdi anlıyorum ki aslında bu söyün içeriği şöyle imiş. Tuz kendini anlatmak için Yücel’i bulmuş ama onlarda kurtuluş için gökten başlarına düşen bu elması bulmuşlar. Ne oldu ne olmadı, Televizyonlarda yönetmenlik yapan bu kadın, televizyonları bırakıp Yaşamın Gizemi Şirketinin gönüllü çalışanı haline geldi. Allahallah diyorum. Herkes televizyonlara girmek için can atar, bunlar gönüllü olarak benim bayrağımı taşımaya çalışıyorlar. altına gönüllü olarak giriyorlar. Ben de kendi kendime şöyle kuruntular yapıyorum. Diyorum ki bütün büyük işlerde gönüllüler olmadan olmaz. Bunlar da bize gönüllülük yapıyorlar. Ben tabi nereye yürüdüğümüzü kestiremiyorum. Adına ne derseniz deyin Bu bir bilim adamı, ya da şair naivitesi. Ben tezlerim herkese ulaşsın da, çocuklar daha çocuk bile olamadan ölümün pençesine düşmesin de, koy bunlar da şirketten biraz ekmek yesinler, ne olur sanki. Bilimci tezlerinin tutsağı olur. Einstein da öyle değilmiydi. E=mc2 formülünü ispatlayabilmek için atom bombasına imzasını atmadımı! İşte biz de bu saf bilimciler gibi tezlerimizin tutsağı olarak tezlerimizin anlatılmasının peşine düşerken, birileri de bizim paramıza göz dikmiş haberimiz yok. Ben sadece kitap fuarlarından kitap fuarlarına geliyorum. Beni her gelişimde Ünal kardeşim hava alanından alır. Ben ne kadar israr etsem de, sen işen bak desem de gelir alırdı. Ben de diyorum ki benim arkadaşım öyle kibardır. Meğerse birileri avını elinden çalar diye korkuyormuş. Çünkü hala daha ben türkiyeye gelince en az on kişi bana ortaklık teklifi yapar. Ben de arkadaşıma ihanet edermiyim diye düşünüyorum. Ama o gün beni genç bir delikanlı ile aldı havaalanından. Delikanlı arabayı sürüyor. Biz ailemle Japonya’ya gidiyoruz. Uçak hava alanında bir 6 saat bekleyecek. Kardeşim Ünal da bize tatlı ısmarlamak için hava alanından gelip alacak. Neyse geldik arabaya bindik. Dedikanlı dediki iyi de Yücel Abi hani, Yücel Abi gelmemiş mi? Ünal kardeşim gülerek işte orada dedi. Ben de Ünal kardeşimin Jipinde orta koltuklar olmadığı için ortaya bağdaş kurarak oturmuşum. Artık bu delikanlı da kafasında nasıl bir Yücel yaratmışsa, aaaaa bu mu Yücel abi dedi. Bu da örgütün yeni üyesi, Meltem demirağın kardeşi Uğur Demirağ. Bir iki sefer telefonla konuşmuşum. Ben adını duymuşum Uğur’um dedim Yücel Aydemir’i bana sığdıramadın mı? Hep birlikte gülüştük. Zaman akıp gidiyor. Her tarafta himalaya tuzu çılgınlığı sürüyor. Kitabımız beşinci baskıya ulaştı. Ve hala Ünal kardeşim bana bir hesap vermeye yanaşmıyor. Ne zaman soruyorsam bir hal edip kaçırıyor. Türkiyede pek fazla da kalmadığım için bunu iyi beceriyordu. Gene birgün Türkiye’ye gelmişim Ünal kardeşim beni bu kez yeni eşi ile hava alanlarından alıyor. Söylemeyi atladık, Ünal kardeşim eski eşi diye bildiğimiz, meğer arkadaşıymış, ondan ayrılmış Meltem Demirağ ile evlenmişti. Beni hava alanından alıp evlerine götürdüler. Bir yemek yedirdiler. O arada evde küçük bir kız ve bir de genç bir bayan vardı. Kadın bize bir merhaba demedi. Allahallah, ne kadar yabani insanlar diye içimden geçirdim.. Ne tuhaf! Ben çocukları herkes gibi severim. Çocukla biraz söyleştik. Bu güzel kız da kim dedim. Meltem hanım bana hoşgeldiniz bile demeyi beceremeyen bayanı göstererek dedi ki, kardeşimin kızı. Üzmirde oturuyordu çık gel dedim birlikte tuzun peşinde koştururuz. Meğer örgüt tamamlanmış. İşte o günden bu yana Ünal Güner ve Meltem Demirağ’ın düşünce babalığını yaptığı örgüt tuzumun peşinde koşturup durdular. Öyle bir hıza gelmişler ki, soluğu herhalde demir parmaklıklar arasında alacaklar. Tuz en iyi adam olarak Yücel’i bulmuş, bunlar da kurtarıcı olarak meğersem beni bulmuşlardı. Artık örgüt tamamdı ve dolandırıcılık işlerine geçilebilirdi. Yemekten sonra hadi gidelim dediler. Ünal’cığım nereye gidiyoruz dedim, sana yeni depomuzu gösterecağım dedi. İyi dedim kalktık gittik. Biz depoyu gezerken eşi de depoda bana bir yatak hazırladı. Bu ne dedim. Abi evde yer yok da sana burda yer hazırladık dedi. Türklerin arkataşlığı, misafir perverliği örneği gösterdiler. Saate baktım gece yarısı. Otele gitsem arkadaşlarımı kırmış olacam. Kardeşime gitsem ayıp olacak. Bir tuhaflıktır etrafımda dönüyor ama anlayamıyoruum. Neyse o gece orda kaldım. Ünal kardeşim o günden itibaren beni hiçbir yerde hiçbir kere yanlız bırakmadı. Meğer beni çalalar diye korkuyor. Yıl 2011’in sonları. İstanbul kitap fuarından dönecam. Ünal kardeşim ve Eşi Meltem Güner bana şunları anlatıyorlar. Abi sen ticaretten elini çek. Sitelerini kapat, ticaret yapıyor die adını kötüye çıkarmasınlar diye hikayeler anlatıyorlar. Bu hikayeler çoğalırken bunlarla olan huzursuzluklarım artmaya başladı. Şirkette birtakım dümenler dönüyor ama bir türlü kavrayamıyorum. Şirketin anahtarını kilitleyip hepsini dışarı dökmek geliyor bazen içimden, diyorum ki ama ortada elle tutulur bir suç yok nasıl açıklarım. Bu dostluğa sığmaz. Bu arada Ünal Güner Mine Demirağ ve Uğur Demirağ Yaşamın Gizemi’nin bodrolu işçileri. İşte bu Türk ceza kanununda örgütlü dolandırıcılık olarak tanımlanıyor. Ben yeni kitabıma başlamışım. Kanser öldürmek için değil yaşatmak içindir diye adını koymuşum. Bulgularım sansasyonel nitelikte. Yaşamın Gizeminin ticaretine kafa yoracak durumda değilim. Kitabı bitirmeden hiçbir yere gitmemeye karar verdim. Bu arada Ünal kardeşimi Almanya’ya eşi ile davet ettim. Ben misafirimi ağırlarım. Her görgülü insan gibi. Üç yıl boyunca beni eine davet etmediği için Meltem güner korkusundan gelmedi. Davetimin amacı da biraz onlara başka dünyaları göstermekti. Çünki habire müşterilerden şikayet geliyordu. Meltem hanım gelmedi ama Ünal kardeşim geldi. Kardeşimin Almanya maceralarını başka bir hikayede anlatacam. Ama kısa bir görüntü. Hani filimlerde reklamlar olur ya. Merakınızı arttırmak için yazıyorum. Geldi yakınımızda Schwäbisch Hall adında tarihi bir şehir var. Üstelik antik çağlardan beri bir tuz şehri. Hall almancada tuz üretiminin ve ticaretinin yapıldığı pazarlara verilen addır. Arkadaşım da tuz sevdalısı ya, bir de tuzlu su havuzu var oraya götürdüm. Arkadaşımı bir türlüğ mutlu edemiyorum. Bana diyor ki, abi beni eylence yerlerine götürsene. Nereye götürüyorsam bir türlü mutlu edemiyorum. Artık o kadar israr etti ki sinirlerim gerilmeye başladı. Ünal’ım bizim eylencemiz bu kadar. Yirmi yıldır bu şehirde yaşıyorum ben başka bir yer tanımıyorum. Sen ne anlatmaya çalışıyorsun bana onu anlat. Ünal kardeşimin eğlence yeri dediği yerlerden neyi kastettiğini Kölnde bir akrabasıyla buluştuktan sonra anladım. İşte böylece bütün örgüt elemanları Meltem Güner’in çatısının altında toplanmış oluyordu. Ben 2012 nin Şubat ayında kitabımı Japoncaya çeviren Japon arkadaşlarla buluşmak için İstanbul’a geldim. Sonra geri döndüm. Kitabımı bitirinceye kadar türkiyeye dönmemeye karar verdim. Bu arada Arkataşım Ünal bana habire depresyon propagandası yapmaya çalışıyor. Abi Himalaya tuzuna ceza veriyorlar. Artık tuz satılmıyor. Devlet her şeyi yasaklıyor. Şimdi yeni ticaret kanunu çıkıyor bütün küçük şirketler batacak. Bizim ayakta kalmamız da belki bir mucize, bakalım. Ama gene bizim durumumuz iyi. Gazete haberlerine bakıyorum, doğru himalaya tuzu diye her türlü saçma sapan şey uyduranlara ceza vermişler ama bunun tuzla ilişkisi yok. Bunun sadece o kişilerin dolandırıcı yazılarına vermişler. Ünal kardeşim bana habire korku vermeye başladı. Ağustos geldi ben kitabı bitirdim. Bu bana abi türkiyede artık tuz satmak öldü, ben sana bir konteiner tuz göndereyim sen artık Avrupada tuz sat. Tuz geldi Faturası Himalaya Kristali Mine Demirağ adı altında. Ünal dedim bu da nerden çıktı. Dedi ki abi Yaşamın Gizemi’nin hesaplarına bloke koydular da malı biz Yaşamın Gizemi adı altında gönderemiyoruz da, bu şirket aracılığıyla gönderdik. Artık ortada bir hille vardı, bunu yazıya bile dökmüştüler. Ama bu hille neydi? 2012 kitap fuarı yaklaşıyor. Kanser üzerine yazdığım kitabı gönder diyorlar göndermiyorum. Artık hillelerini sezinledim. Dünyanın çehresini değiştirecek bu kitabı yanlış insanlara kaptırmamam gerekiyordu. Fuara gelmeye hazırlanıyorum, Ünal kardeşim şöyle diyor; Abi sen fuara gelme. Gerek yok. Zaten paramız yok, tuz satılmıyor gelip ne yapacaksın. Olurmu dedim Ünal yeni yazdığım kitabı yayınlamak için birtakım görüşmelerim var. Tamam abi gel ama kasım ayında gelme, aralıkta gel hem de biraz bol zaman al gel burda çok işimiz var. Belki firmayı kapatmak zorunda kalacağız. Ünal o da nedemek diye soruca, gelince konuşuruz deyip kestirip attı. Attı ama bir mesajı da aslında vermiş haberim yok. İstanbula geldim. Parakende kar etmiyor diye Yaşamın Gizemini kapatmışlar. Depoya gitmek istedim beni yanaştırmıyorlar. Telefon ettim dedim sazım orda ve ben gelene kadar bekle beni. Depoda Mine Demirağ var. Çok sadık depoyu bekliyor. Depoya gittim, depoda fareler dolaşıyor. Bir kilo tuz yok. Ünal nerde dedim Ünal Orduda dedi. Ama Mine hanımın suratı yerde. Yüzüme bakmıyor. Ünalı aradım cevap vermiyor. Neyse geçten geç kendi aradı, Ünal dedim hem diyorsun tuz satılmıyor hem 17 konteiner tuzdan eser yok. Neden yalan söylüyorsun. Arkataşım Ünal diyor: Abi sen hiç merak etme. Sen rahat ol. Hepsinin açıklaması var. İkigün sonra gelecam hepsini açıklayacam. Geldi ikigün sonra Ünal Kardeşim ve olayı bize anlattı. Binbir derden su getirdi ve şirketimizin kapanması gerektiğini anlattı. Şirketi borca sokmuş ve bilerek ödememiş. İyi dedik Ünal ne yapalım. Ne kadar acı da olsa yenilgiyi kabul etmek gerekir. O akşam arkadaşımda kalıyorum ve iki gün sonra fuarda konferansım var. Akşam Skaype ile pakistandan tuz aldığım bir kişiden şöyle bir mesaj geldi. Dear Aydemir, Müdürünüz Ünal Güner iki gün önce pakistandaydı. Bana 9 bin dolar verdi, benden 3 konteiner tuz spariş yaptı, diğer insanlardan da toplam 10 konteinerin üstünde tuz sparişi yaptı. Ben sizin haberiniz olmadan yaptığını sezinledim. Bilginiz olsun. Konteineri istediğiniz yere gönderebilirim. İşte o an ben de her arkadan hançerlenenler gibi kasıldım ama kanım çıkmadı. İşte o an Hz. Ali geldi aklıma. Camide arkadan bıçaklanışı. En azından bu kadar alçakça olmadığı için de kendimi avutuyordum. Ünal kardeşime bir mektup yazdım. Dedim ki Ünal bana Ordu’daydım diyorsun ama Pakistanda çıkıyorsun. Bunu evliyalar bile beceremedi sen nasıl becerdin. Bütün bu mektupları daha sonra yayınlayacağım. Ünal kardeşim suç üstü yakalanmışların telaşı ile bana yavuz hırsız misali üstün çıkmaya çalıştı. Ben daha hala işin dostluk tarafındayım, suç tarafında değil. Şimdi oyunu öyle ustaca oynamışlar ki, koskoca şirketi öyle yok etmişler ki elle tutulur bir yanını bulamıyorum. Dostlarım bana suç duyurusunda bulunmamı söylüyorlar ama, hangi suçtan ve nasıl. Suç ne? İşlenen bu suçu hukuki olarak elle tutulur hale getirmem gerekiyordu. Ama nasıl? Ben İstanbul’da bu tuz aracılığıyla tanıştığım, dürüstlüğüne ve dostluğuna güvendiğim bir arkadaşı aradım. Böyle böyle bir hal geldi başıma, bana bir akıl ver dedim, ne yapayım. Hemen yanıma gel dedi. Sen Bu memlekete bir ışık saldın. Kimse sana hille yapamaz. Kalktım yanına gittim. Ben dedi onun kulağını çekerim. Hemen bir telefon geldi Ünal kardeşimden abi buluşalım, olur Ünal. Anladım. Buluştuk. Kadköyde Alkım Kitapevinin üst katındaki lokalde. Arkataşım geçten geç geldi. Önceleri uçaklardan beni Topluyan arkataşım artık hep geç gelmeye başlamıştı. Eşeği yemişti ya! Karşıda topkapı sarayı, sultanahmet, ayasofya bütün görkemiyle bize bakıyor. Dedim ki Ünalım şu arkana dön de bir bak. Bu dünyanın sahipleri nerde? Bu dünyanın egemenleri nerde? Nedir senin bu doymaz açgözlülüğün. Senin arkataşlığın nerde, neden bana bir yıldır durmadan yalan söylüyorsun. Sanki ben dipsiz bir kuyu ile konuşuyormuşum gibi, yüzüme bakmıyor. Utandığındanmı, korktuğundan mı, yoksa ikisinden demidir bilmiyorum. Ama ben hala karşımdaki arkataşımda bir kişilik arıyorum. Bu incememedin Hikayesine dönmüş meğersem. Ben ise hala arkadaşımda bir kişilik arıyorum. Giden şirketimden çok, dört yıldır kardeş gibi arkamı dayadığım, gördüğüm eksikleri gün olur düzeltir diye, yada kendimi kandırmak için görmemezlikten geldiğim arkadaşımın bu kadar hayin çıkamsı en çok beni sarsmıştı. Arkataşım Ünal hiçbir arlanma göstermeden hiçbir utanma göstermeden, hiçbir soruya da yanıt vermeden, cebinden bir kalem bir kağıt çıkardı ve bir protokol yazdı. Sonra altına imza attı ve kağıdı da cebine koydu ve gitti. Ben her seferinde bu çocuktaki kurnazlığa şok oluyorum. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyor diye. Koskoca şirketi vermiştim eline ve hiçbir hesap sormadan yiyordular. Şimdi elindeki ekmeği, benim üstelik gönüllü olarak bağışladığım bu ekmeği neden çalmaya çalışıyorlardı aklım ermiyordu. Ben tekrar bu arkadaşı aradım dedim ki Ünal kardeşim bir kurnazlık içinde bu iş böyle çözülmez. Dedi ki ben yanıma çağırırım burada yaparız bu protokolü. Birkaç kez yanında buluştuk, yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış misali, bizi borçlu çıkardı. Ama gene de bana acıyormuş, bunun için de şirketin borçlarını ödemeyi üstleniyormuş. Böyle bir protokol yaptı gene altını imzaladık. Bie bilim adamı kötü bir tüccardır ama iyi bir dedektiftir. Ben artık bu adamın kendiliğinden çaldığı eşeği çıkarmayacağını kavradım. Sürekli bir kurnazlık içindeydi. Araştırmamı yapabilmem için zaman ihtiyacım vardı. Biraz zaman kazanmam gerekiyordu ve onlar da bu zamanı kaygısız korkusuz rahat ve huzur içinde geçirmeliydi. Hukuksal hiçbir geçerlililiği olmayan bir protokol imzaladım. Artık eşeğimi çalanlar huzur ve gaflet içindeydi ve ben de araştırmalarımı rhatlıkla becerebilirdim. Almanya’ya döndüm. Yılbaşının hemen arkasından hiç kimseye haber vermeden geri geldim. Ünal kardeşim Türkiyede fazla kalacak olanaklarımın olmadığını düşünerek, benim bu araştırmayı yapamıyacağımın gafleti içerisindeydi. Bir bilim adamı kötü bir tüccardır ama iyi bir dedektiftir. Ünal kardeşim herşeyi hesaplamıştı ama 3 şeyi hesaba katmamıştı. Birisi yukarıyı hesaba katmamıştı. İkincisi benim zekamın farkında değildi. Gaflet bu ya. Üçüncüsü de beni seven ve sonuna kadar destek olabilecek yardımcı olabilecek ve evlerini açabilecek dostlarımın varlığını hesaba katmamıştı. Türkiyeye döner dönmez Muhasebeciye şirketin evraklarını istetim. Bu arada Ticaret kanununu vergi kanunu ve ceza kanununu, gıda maddelerinin güvenliğini düzenleyen kanunu ve buna aykırılıktaki cezayı yaptırımları inceledim. Ünal kardeşimin dostlarıyla görüştüm. Ünal kardeşim ise korku ile merakla ondan bundan benim nerede olduğumu soruyor. Nerde olacağım diyorum Ünal Almanyadayım. Abi idyor, ben çok adaletli davrandımi eğer sen de Bir şey yaparsan, ilahi adalet yukardan bizi izler. Ben de hiçbirşey yapamıyacakların çaresizliği içerisinde, Ünal bana ne bıraktın ki, yapabilecek ne kaldıki deyip huzurunu ve gafletini bozmuyorum. Gelen evrakların arasında, kendi kurdukları şirketle ilgili, vergi daireisine göstermek zorunda oldukları iki evrak da birlikte gelmişti. İşte bu yukarının yanlış hesaplandığının bir göstergesiydi. Bu bir gaflet sonucu elime ulaşan bu belge aslında vergi dairesine verilmesi gereken bir belgeydi. Ben bu evrakları aldım ve izlerini takip ettim. İşte ikinci yanlış hesap ta buydu. Çok ilginç olan sonuçlara ulaştım. Bu ilginç olan olayları daha sonra belgeleri ile açıklayacağım. Ama bugün sadece izini gösterelim. Eşşeğimi çalarken bu çete, belgelerle ispatladığım iki suçu çok mistik bir tarihte yapmışlar. Birinci suç benim doğum günüme denk tetirmişler. İkinci suç da eşimin doğum gününe denk getirilmiş. Ben bunun ne anlama geldiğini bulamadım. Ama horoskopiden anlayan arkadaşlar bana yardımcı olurlarsa çok sevinirim. Ama bana Ünal beyin eski kız arkadaşının söylediği bir şey vardı. Bu kadın dedi sihirbazlıkla uğraşıyor. Bu kadın dediği Meltem Güner. Ben onun sözüne önem vermedim Ünal’ı da öyle ele geçirdi dedi. Ben tabi buna inanmadım. Ama bu işi yapanlar tabiki inanarak yapıyorlar. İşte 2012 kitap fuarı esnasında Ünal kardeşim bana kitap ve tuz getirirken, küçük de bir hediye paketi verdi. Paketi verirken sinsi bir gülüşü vardı. Yanında Mine Demirağ vardı. Ve duvar gibi bakıyordu bana. Ünal bu ne dedim. Sana hediye dedi. Ünal dedim 350 000 kg tuzdan arta kalan bu mu dedim? Gene sinsi bir şekilde güldü. Arkadaşımın evine geldim. Hediye paketini çıkardım. Baktım içinde bir kristal tuz parçası, bir mavi taş, aquamarin olsa gerekti, bir de onların anlattığına göre zenginliği temsil eden altınımsı bir taş. Sofradayız. Arkadaşım bana içmem için bir su doldurdu. Bunları bu suya koydum. İçimden öyle geldi. Tuz eridi, o altın gibi taş bir bomba gibi paralandı ve mavi taşı da denize attırdım. İşte o günden sonra izini takip edebildiğim belgeler ortaya çıktı. Şimdi Eşeğimi çalanlar savcılığa suç duyurusunda bulunduğumu öğrenince panik içerisinde beni karalamaya çalışıyorlar. Tabiki bütün bunları toplayıp savcıya veriyorum. Ama aşağıdaki onların bu karalaması na yanıt olsun diye bu koca hikayeyi yazmak zorunda bıraktılar beni. Okurlarımın ve müşterilerimin de gerçeği bilmeye hakları var. Bunu da düşünerek olanları sizlerle paylaşmak istedim. Ancak soruşturmanın selameti için bütün bilgiyi şimdilik vermedim. Ama daha sonra bütün belgeleriyle açıklayacağım. Hikayenin gerisini soruşturmanın selameti için anlatmıyorum. Ama bana eşeğimi bulmada yardımcı olan her dosta okura sonsuz teşekürlerimi sunuyorum. Benim kaybolan eşeğimin adı Yaşamın Gizemi. Adresi: Bağdat Cad. No: 295/A idi. Bir de telefonu vardı. 0216 3686268. Bir de deposu vardı. Başıbüyükyolu caddesi No 17. Şimdi eşeğimin yerinde yeller esiyor. Deposunda su başlarında oturan deccallar gibi Ünal Güner, Meltem Güner, Mine Demirağ oturuyor. Uğur Demirağ herhalde akıncı gibi at koşturuyor, onun için orda görmek pek olmuyor. Yaşamın Gizemi’nin müşterilerini arayıp hesap extresi istiyorum. Dedikleri şu; yaklaşık bir yıldır Yaşamın Gizemi Unvan değişikliğine gitti. Bundan sonra yaşamın Gizeminin tuzlarını gene biz yeni bir Unvan ile yani Himalaya Kristali Mine Demirağ tarafından karşılayacağız. Müşterilere sunduğu bu yalan ile herkesi kendilerine bağlamışlardır. Bu da tüketiciler karşı yapılmış bir yalan ve dolandırıcılıktır. Tüketiciler karşı yapılan bir başka dolandırıcılığı da daha sonra bildireceğim. Şu anda erken olduğunu düşünüyorum. Lütfen bizi izleyin. Yaşamın Gizemi hiçbir zaman Unvan değişikliğine gitmemiştir. Kendisine yalan söylendiğini anlayan, bu konuda dolandırıldığını kavrayan herkes savcılıkta suç duyurusunda bulunabilir. Yaşamın Gizemi’nin dürüstlüğünü ve toplumdaki güvenini kullanarak kendi adlarına tuz veren herkes hukuksal olarak dolandırıcılık suçunu işler. Bu sadece bir kendini savunma değil aynı zamanda haksıza karşı doğruyu ve dürüstü korumanın insani bir görevidir. Yaşamın Gizeminin Unvan değişikliğine gittiğini söyleyip, yaşamın gizemi müşterilerine yalan yanlış tuzlar veren şirket Himalaya Kristali Mine Demirağ yada izlerini kayıp etmek için yeni kurdukları ve sahibinin gene Mine Demirağ olan HİMALAYA KRİSTALİ LTD ŞTİ. Dir ve ne Yücel Aydemir ile ne de Yaşamın gizemi ile bir ilişkileri vardır. Pardon yanlış söyledim. Tabiki ilişkileri var. Bunlar Yaşamın Gizemini her şeyiyle gasp edenlerdir. Şimdi bizi sevenlerden bir ricamız var. Yaşamın gizemine ait olan bu telefonu (0216 3686268) arayıp, Yaşamın Gizemine ne oldu diye sorabilirmisiniz. Hani bir fıkra der ya, tanrı yoksul kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirirmiş sonra da buldururmuş. Belki sizin yardımınız ile eşeğimi bulayım. Sevgilerimle Arkası yarın Yücel Aydemir Facebook da hakkımda yazılan karalama yazısı. (Benim bu sayfaya yazmamı engelliyorlar. Yazmak isteyenlere sayfanın ismini yazdık.Yücel Aydemir) Kaleme alan: Meltem Demirağ Yayınlandığı yer: http://www.facebook.com/Himalayatuzu?ref=ts&fref=ts KAMUOYUNDAN ÖZÜR; Su ve Tuz kitabının özgün bir kitap değil ALMANYA’da yayınlanan ve tüm Dünya’da ses getiren SALT& WATER ( su & tuz ) kitabının birebir çevirisi olduğunu ve taklit nedeniyle Almanya’da konuyla ilgili mahkeme açıldığını öğrendik. Barbara Hendel ‘e ait kitap ile Türkiye’de basılan kitabın içinde yazılanlar birebir aynıdır. Şu anda Su ve Tuz kitabının satışını durdurduk. Barbara Hendel ‘e ait orjinal kitap yakında tüm satış noktalarında satışa sunulacaktır. Bu konuyla ilgili tüm kitap okurlarından özür dileriz. (Yücel Aydemir: Korkularından kitabımın gerçek adını da yazmıyorlar. Ne olur ne olmaz. Olurda Cumhuruiyet savcısının eline geçerse bu yazı, biz o kitabı kastetmedik kaçamağını yapabilmek için. Çünkü yazdıklarının gerçekle hiçbir ilişkisi olmadığını biliyorlar) Bu yazıya verdiğim yanıtı aşağıdaki gibidir. 29 Mart 2013 Cuma tarihinde Yücel Aydemir adlı kullanıcı şöyle yazdı: Her sözcüğünüz kayıt altına alınıyor. Bu yazdıklarınızı ispatlamak zorunda kalacaksınız. Bana ait bütün belgelerin kaydını alıyorum. Dört yıl ezberleyip sırtınızda taşıdığınız ve en son 3000 adet kitabımı faturalı 4 liradan gösterip gaspettiğiniz kitabımı, televizyonlarda sözcüğü sözcüğüne ezberleyip anlattığınız kitabımı, şimdi birden, hem de suç duyurusundan haberdar olduktan sonra, sahte olduğunu anladınız. Zekanıza ve kişiliğinize hayranım. Sizin yerinizde olsam yalan yanlış haberler üreteceğine, sizi bekleyen tehlikenin büyüklüğü hakkında kafa yorardım. Çünkü bütün bunlar dosyanızı kalınlaştırıyor ve gün yüzü görmeden geçireceğiniz yılların sayısını arttırıyor. Tanrı beni zavallı insanların açgözlülüğünden korusun. Tuz kendisini anlatmak için en doğru adamını bulmuş diyen televizyonlara kadar beni sürükleyen sayın Meltem Demirağ, ne zamandan beri kitabımın çevri olduğunu anladın. Bir sözcük almanca yada ingilizce bilmeyenlerin, bir kere üç boyutlu bir şekilde bu kitabı görmeyenlerin bir sayfasını değil bir cümlesini bile okumayanların böyle bir yalan uydurması, bu ne biçim zavallılıktır diye düşündürüyor beni. Ama savcıyı fazla düşündürmez. O ilgili maddeyi biliyor. Daha yolun başındayız. Yakında hırsızların korkulu rüyası ikinci kitabım yayınlıyorum. O zaman kim nasıl bir yalan uyduracak merak ediyorum. Benim bir eşşeğim vardı. Yaşamın Gizemi. Yularını Ünal Güne’re Teslim etmiştim. Mine Demirağ, Uğur Demirağ da bodrolu olarak onun çalışanlarıydı. Sayın Meltem Demirağ sen de Yaşamın Gizeminin gönüllü çalışanı oldun ne diye. Hiçmi bu dünyada yapacak işin gücün yoktu da Yaşamın Gizeminin gönüllüsü oldun. Büyük işler gönül işidir. Hırsızlık da. Şimdi ben çalınan bu eşeğimi bulamıyorum. Bu kadar gönüllü çalıştın kaybolan eşeğimi de bulmama yardımıcı olurmusun? Bu kurda kuzuyu sormak gibi Bir şey olduğunu biliyorum. Kurt kuzuyu yedim dermi, hiç. Hani deseniz ki abi eşeği kurt yedi, peki yuları nerde bu eşeğin sormazlarmı? Sizin yerinizde olsam yalan haber üretip suçunuzu ağırlaştırmak yerine, kaybettiğiniz eşeğimi bulurdum. Yoksa ilahi adalet çok acı bir şekilde bunun hesabını size soracak. Bu eşek 350 000 kg tuzu 12000 kitabı ve 30000 in üzerinde değirmen büyüklüğünde. Bu 350ton eşeği yiyen kurda helal olsun. Eşeğimden arta kalan iki şey var. İki yazarkasa ruhsatnamesi. Bu iki yazarkasanın biri var ama bir diğeri yok. Bu sizi hiç düşündürmüyormu? Vay bana vaylar bana. Çocuklarınızın suratına nasıl bakıyorsunuz, merak ediyorum. Birbirinizin suratına nasıl bakıyorsunuz merak ediyorum. Beni mafya usulü tehditetmeye çalışan çalışan eşine bir sorarmısın. Almanyada neler yaptın. Bir gece Hamburgda elli euro elli euro diye pazarlık ederken biriyle kaldırım ile araba arasına zavallı bir alkoliker gibi yığılırken kim kaldırdı seni ve nereye götürdü? Ben bir yazarım. Hem de uluslararası kabul görmüş bir yazar. Garson değilim ki böyle ahmakca tehditlerinizden korkayım. Ama hepsi kayıt altında. 14 Şubattan itibaren de herşey takip altında. Çetenizin her attığı adım. Bunu ilahi adalet yapıyor sizin dediğinizle ben değil. Artık bu son sıçrayışınız. Para hırsınızdan gözleriniz dönmüştü ve ne yazık ki bütün planlarınız altüst oldu. Ha zengin oldum olacam hayelleri kurarken polis çaldı birden kapıyı, şimdi ne olacak? Vay vay vay. Çocuklarınıza bu poliste ne, ne anlatacaksınız. Yücel Abinizin eşeğini çalmışlar da onu bize soruyorlar mı diyeceksiniz. Ben ce de en kolayı bu. Yuları tutana sorulacak hesap önce. Sonra da budunu yiyene. Budu yiyen şirketin içini boşaltandır, ne yazık ki belgeler elimde. Vay bana vaylar bana. Bu kötü bir rüya olsa gerek. Yalanını Betül hanıma da söylediğini biliyorum. Bunların hepsinin hesabını soracağım sizden. Hakkımda yalan haber üretmeki iftira admak ve adımı kötülemenin cezasının ne kadar olduğunu zaymayacağım, o zaman tehdit suçu olduğunu sanarsın. Kendin oku. Ama o kadar akıllı olsaydınız bu kadar sui delilini getirip elime teslim etmezdiniz. Ama bu sizin sorununuz. Tuz her emeğin hakkını verir diye yazmışsın. Vay be dedim ne yaman bir söz. İhanet edene de gün ışığı göstermez onu da biliyormuydun? Tencere yuvarlanır tabağını bulur derler. Tam birbirinizi bulmuşsunuz, ama ne yazık ki içerde ayırıyorlar. Leyla mecnun aşkına sahip bile olsalarda. Ama olurya Ünalı’ Frehat gibi bir tünel kazarda sana ulaşır sa o ayrı. Nasrettin Hocaya sordum kaybolan eşeğimi. Git yularını teslim ettiğin adamlara sor dedi bana Hoca. Ben de Ünal kardeşime sordum. Hınzırca güldü. Ben de Dünyanın en büyük adalet sarayında iktidarlı bir sacvıya sordum. Dedi hiç merak etme biz eşeğide buluruz yuları da. Ya yemişlerse dedim? Vallaha boğazından çıkarırız dedi. Sizin yüzünüzden ben memleketimden soğudum. Ben bir mum yaktım Siz onu söndürmeye çalıştınız. Para hırsınızdan ve aç gözlülüğünüzden Ekmeğimi yediniz doymadınız Ekmeğime sahip çıktınız doymadınız Şimdi de beni memleketten kovmaya çalışıyorsunuz. Zavallıların buna gücü yetmez. Eşeğimi yiyen kurtlar tarihe geçecek. Yüzüme baktınız utanmadınız şimdi bütün ömrünüzce korkarak yaşayacaksınız. Ne yazık ki bütün defterinizi dürdük ve savcıya teslim ettik. Gerisi sadece zamanını bekliyor. Şirketimi yiyen kurtlar kimdir bütün bunları yakında belgeleriyle yayınlayacam. Her şeyin sırası var. Bugün kiminle konuşuyorsam sizden nefret ediyor. Nedir sizin bu dünya ile alıp veremediğiniz? Bu yazıma karşılık verilen yanıtı yayınlıyorum. Sayın Yücel Aydemir Sizi saygıya davet ediyorum. Kişinin ahlakı bu tip durumlarda ortaya çıkar. Biz hem ilahi hem de bu dünyaya ait adalete güveniyoruz. Sizde güvenin, çoluk çocuğu dahil herkesin hakkı bu dünyada ve devamında teslim edilir. Kendi tespit ettiğiniz hakemlerin dahi adaletine güvenemediğinizi biliyoruz. Bu arada tehditler savuran sizsiniz biz sadece sizi seyrediyoruz. Yücel Aydemir: Bak hele, çalarken kendinde ahlak aramıyor da, çaldığını söyleyen ev sahibini ahlaka davet ediyor. Tabi bizi seyrediyorlarmış. Yapacak başka birşeyleri kalmadı. Çalacaklarını çaldılar, götürecekleini götürdüler. Ama şimdi bütün hesapları geri tepti. Sizi seyrediyoruz diyor sayın Meltem hanım. Bir şeyi eksik yazıyor, sizi korku ile seyrediyoruz demesi gerekiyordu. Korkularını demiyorlar ama gizleyemiyorlar. Çünkü Kartalda Dünyanın en büyük adalet sarayı açılmış. Ve biz bütün belgeleri toplayop iktidearlı bir savcıya teslim ettik. Meltem Güner diyor ki; çoluk çocuğu dahil herkesin hakkı bu dünyada ve devamında teslim edilir. Dostlar bu cümlenin ne anlama geldiğini anlayan varmı. Lütfen görüşünüzü yazarmısınız. Sevgilli okurlarım ağustostan bu yana bitirdiğim kanser bir hastalık değildir adlı kitabımı yayınlayamayışımın sebebi budur. İşte bu yüzden, hırsızlar bütün mal varlığımı alıp götürünce sponsor aramaya kalktım.Bursa kitap fuarında tanıştığım ve o günden bu yana hiç arkamdan eksik olmayan Osman kardeşim dediki, bulamazsan kredi kartımdan çekersin Yücel bey. Ben dedi yavaş yavaş öderim. Sen de bana daha sonra ödeyebilirsen ödersin ödeyemezsen ananın sütü gibi helal olsun. İstanbul a gelmişti buluştuk. Bir su içtik birlikte. Kalktık ayrılıyoruz, Yücel bey dedi, hani kitapcıya gitmeyecekmiyiz. Ben anlayamadım. Ben dedi kitabın parasını ödemeye gelmiştim. İçim ağlamaklı oldu. Bu insan da benim memleketimin insanı, hırsızlarım da. Üstelik hırsızlarıma güzel de bir ekmek vermiştim. Sevgilli Osman Bildir kardeşime herkesin önünde sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Bu dünya iyi insanların yüzü suyu hürmetine yaşanılabilirdir. Yücel Aydemir Duyuru 1. Yaşamın Gizemi Şirketi’nin Müdürü ve diğer çalışanları hakkında, Şirketimi dolandırmak sebebiyle Cumhuriyet savcılığında suç duyurusunda bulundum. Soruşturmanın selameti açısından şimdilik daha fazla bilgi vermiyoruz. Soruşturmanın sonuçlanmasından sonra gereken bilgi basına verilecektir. Bizi merakla izleyen okurlarıma duyurulur. 2. Yaşamın Gizemi SALUS marka Himalaya tuzunun satışlarını durdurmuştur. Sizlere SALUS marka tuzu satmaya çalışanlar bu tuzu sahte üretip satmaktadır. Ve satanlar Yaşamın Gizemi Ünvan değişikliği yaptı ve şimdiki ünvanımız Himalaya Kristali olduğunu söylemektedirler. Bu tamamen yalandır. Yaşamın Gizemi ünvan değişikliği yapmamıştır. Söyleyenler de suç duyurusunda bulunduğum kişilerdir. Tüketicilerin dikkatine. Kendilerine sahte tuz satılan arkadaşlarım tuzlarını bu şirkete geri verebilirler ve ayrıca Cumhuriyet savcılığında suç duyurusunda bulunabilirler. Bu Vatandaş olmanın ve insan olmanın en vazgeçilmez hakkıdır. 3. Piyasada bazı kişilerin adımı kullanarak, benimle ortak olduğunu söyleyerek Himalaya tuzu ticareti yapmaya çalışmaktadırlar. Aşağıdaki kişilerle hiçbir ilişkim ve ortaklığım yoktur. Daha fazla bilgi için Yücel Aydemir’e yazabilirsiniz: Mail: yucel.aydemir@hotmail.de Yücel Aydemir.
Benimle ilişkisi olmayan Kişiler | Ünal Güner: Yaşamın Gizemi’nin eski müdürü. Meltem (Demirağ) Güner: Mine Demirağ: Yaşamın Gizemi eski sigortalı çalışanı Uğur Demirağ: Yaşamın Gizemi’nin eski sigortalı çalışanı |
Benimle ilişkisi olmayan Şirketler | Himalaya Kristali Mine Demirağ HİMALAYA KRİSTALİ SAĞLIK GIDA İÇ VE DIŞ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ |
Benimle ilişkisi olmayan Markalar | Himalaya Kristali / Akara |
Benimle ilişkisi olmayan Siteler | www.himalayatuzu.org www.himalayanmiracle.com www.shirlius.com www.otuzhimalaya.com www.tuzodası.com |