Değerli okurlar
Bu günlerde sıkca tartışılan bir söylem var. Türkiyede aşırı tuz tüketiminden ortaya çıkan büyük sağlık sorunlarından dolayı, sağlık bakanlığı tuz tüketimini aşağı çekmenin, kimi, söylemlere göre ise yasaklamanın çalışmasını başlattığını duymaktayız. Bir çoğunuzun da bildiği gibi biz de bu konuda rafine tuzların bütün canlıların tüketimine karşı yasaklanması çağrısında bulunmuştuk. Biz tuzun yasaklanmasını değil rafine tuzların yasaklanması gerektiğini söylüyoruz. Rafine tuzlar saf su gibi doğada görülmez ve bu yüzden yaşayan canlılar için bir zehirdir. Nasil ki saf su karşılaştığı herşeyi çözmeye ve iyonlaştırmaya meyillidir. Vücuda saf su alındığı zaman vücudun minerallerinin yıkanmasına sebep olur. Rafine tuzlar da böyle, vücuda alındığı zaman doğadaki biçimine dönmeye çalışır. İşte tuzun neden hava gibi su gibi yaşamsal olduğunu, buna karşı rafine tuzların neden yaşıyan canlılar için zararlı olduğunun anlaşılması gerekir.
Bu konuda sağlık bakanlığını desteklemek ve kamu oyunu bilgilendirmek amacıyla, neden susuz ve tuzsuz yaşam olamayacağını ama rafine tuzların tamamen insan yaşamı için zararlı olduğunu açıklamaya çalışacağız.
Bizde ve dünyada tuza karşı başlatılan bu kampanyanın iki sebebi var.
- Tuz tüketiminin sebep olduğu kronik sağlık sorunları.
- İnsanların aşırı tuz tüketimi
Aslında her ne kadar tuz insanların sağlığını bozuyor dense de, bu tez gerçekten herhangi bir bilimsel araştırmaya dayandırılmamaktadır. Eğer gerşekten bir bilimsel araştırmanın sonucuna dayandırılmış olasaydı, bütün tuzlar aynı katagoride ele alınmazdı. Sadece birkaç gazete haberiyle yada birkaç söylemle topyekün tuz tüketimine karşı savaş açmak, çok büyük bir yanlıştır. Örneğin en çok duyduğumuz bir söz var ki o da‚ tuz yüksektansiyon yapar’ sözüdür. Bu sözün bilimselliği ancak hagi tuz ya da tuzlar tansiyon çıkarır sorusuna yanıt arandığı ölçüde bilimsel olur. Öbür türlü, bu dedikodudan ileri gitmez. İşte bu yüzden bu tuz tartışmasına ciddi bir boyut, bilimsel bir boyut getirmek için bu yazuyu kaleme aldık. Bulanma durulmak içindir, tartışma aydınlanma için. Bu bulanmanın arkasında durulacağımız, bu tartışmanın arkasında aydınlanacağımız kesindir. Bu tartışmaya bir tuz da biz katalım. Yukardaki olguyu daha iyi kavrayabilmek için şu sorulara birlikte yanıt arayalım.
Soru 1. Neden insanlar ve hayvanlar tuz yerler? Acaba canlıların tuza ihtiyacı varmıdır?
Yanıt 1. Toplumda genellikle şöyle bir kanı vardır. Sanıyoruz ki biz tuzu tat almak için yeriz. Halbuki bunun çok önemli bir yaşamsal sebebi var: Tuzsuz yaşam olmaz. Bu doğada biz yaşamı dört temel nesneye borçluyuz. Bunlar:
1. gün ışığı,
2. su,
3. tuz ve
4. oksijendir.
Hatta bazı canlılar oksijensiz yaşayabilirler, (örneğin kanser hücreleri bunlardan biridir) ama susuz ve tuzsuz kesinlikle yaşıyamazlar. Bu yüzden bütün hayvanlar içgüdüsel olarak tuzun da su gibi yaşamsal olduğunu bilirler. Nasıl ki su olmadığı zaman her canlı kurur, tuz almadığı zaman da o canlı yavaş yavaş ölür. Bir insana tuz yemesini yasaklamak onun yavaş yavaş ölümüne sebep olur.
Yanlız burada bilinmesi gereken en önemli ayrıntı şudur: Biz bu maddeleri ne biçimde ve ne kadar almak zorundayız? Çünki hemen her toplumda şöyle bir kanı var. Bir insanın günde yaklaşık 2,5 – 3 Litre sıvıya ihtiyacı var. Bu sözü herkes kendine göre yorumlamaktadır. Oysa canlılığın oluşumunda ve yaşamın sürekliliğinde böyle birşey öngörülmemiştir. Ya da bir diğer kanı ise ‘biz tuzu zaten yiyeceklerden almaktayız’. Canlı olup da tuzdan oluşmayan bir canlı yok ki! Dolayisiyle yediğimiz her nesne sudan ve tuzdan ibaret. Tabiki yediğimiz her şeyde tuz var. Ancak sorun tuz alıp almadığımız değil, yeteli tuz alıp almadığımız ve hangi tuzu alıp almadığımızdır.
Biz bu dört maddeyi ancak doğadaki görüldükleri biçimleriyle, ve yeterli miktarlarda almak zorundayız. Eğer bu maddeleri biz doğadaki biçimleriyle değilde, başka biçimlerde aldığımız zaman, canlı çıkmaza girer. Eğer biz gün ışığını günden değil de, solaryumdan alırsak, ölürüz ama yavaş yavaş. Eğer biz suyumuzu doğada görüldüğü biçimiyle, bir kaynak suyu gibi değil de, bugün pazarda sunulduğu bir çok endüstri içeceği biçimleriyle alırsak, ölürüz ama yavaş yavaş. Bu gün bizde ve birçok Avrupa ülkesinde bir insanın günde yaklaşık 3 litre sıvıya itiyacı var söylemi, sadece pazar kaygılarından ortaya atılmış uyduruk bir bilgiden başka biryeş değildir. Bu sözün ünüverste profosörleri tarafından tekrarlanması, bu söze inananların sayısını artırır da sözün doğruluğunu arttırmaz.
Tuzu da biz doğadaki biçimiyle değil de rafine biçiminde alırsak, gene ölürüz ama yavaş yavaş. İşte burada yavaş yavaş ölümün bugünkü yaygın görüşteki adı hastalıktır. Buna en güzel örnek yüksek tansiyorndur. Bizim okurlarımız herkesten daha iyi bilirler ki, yüksek tansiyonu olan birçok okurumuz en geç üç hafta gibi kısa bir sürede doğal tuz ile, (özellikle himalaya tuzu ile) iyileştirmişlerdir. Çünki yüksek tansiyon bir hastalık değil, vücudun su ve tuz kıtlığında bu kıtlığa karşi geliştirdiği geçici bir çözümdür. Bu sorun hiçbir ilaçla değil sadece bu kıtlığın ortadan kaldırılması yoluyla çözülür. Bu konuda her geçen gün örneklerimiz çoğalmaktadır.
Örneğin denize giden birçok kişi farketmiştir ki, deniz kenarında bir hafta kalındıktan sonra ikici hafta tansiyon dengeye gelir. İşte burda olan denize girilince vücut bir sünger gibi ihtiyacı olan suyu ve tuzu çeker, bu yüzden tansiyon düşer. Ama sadece tansiyon mu? Birçok hastalık böyle biz hiç farkında olmadan iyileşir. Bunun tek sebebi denizdir, yani tuzlu sudur. Deniz bütün hastalıklara iyi gelir. O yüzden denize gitmeyi ihmal etmeyin. Denizi sadece bir tatil olarak deği, sadece bir dinlenme olarak değil aynı zamanda en önemli iyileşme yeridirde. Dünyada hiçbir kaplıca yoktur ki deniz kadar şifalı olsun. Deniz her derde devadır.
Soru 2. Neden insanlar aşırı tuz yerler? Onları aşırı tuz yemeye iten sebep nedir?
Bilmemiz gereken çok önemli bir olgu var. Yaşamak herşeyden önce (burada yaşamın dinsel, ahlaki, felsefi ve diğer sosyal yanlarını saklı tutarak) bir enerji üretimi ve tüketiminden başka birşey değildir. Eğer bir canlı enerji üretemez ise aynı zamanda tüketemez de. Bunlar ölülerdir. Canlılar enerji üretemedikleri zaman ölürler. Enerji üretebilmek için her canlının sürekli bir madde alışverişi içerisinde olması gerekir. Bütün canlıların yaşamı için en gerekli ve zorunlu maddeleri su tuz ve oksijendir. Bütün canlılar bu maddelere karşı yaşamın zoru gereği endekslenmişlerdir. Fazla olduğu zaman da canlı ölür, eksik olduğu zaman da canlı ölür. Bunu bütün canlılar içgüdüsel olarak bilir. Yaşamın bilgeliği burada gizlidir. Bunun en anlaşılır örneği nefes almamızdır. Üç dakika nefes almaya ağzımızı kapadığımız zaman hemen ölürüz. Bu yüzden otomotik olarak nefes alıp veririz. Eğer nefeslendiğimiz ortamda bir hava kirliliği olduğu zaman öksürmeye başlarız. Bu vücudumuzun bir taraftan bize uyarısıdır, öbür taraftan dışardan alınana karşı bulduğu bir çözümdür, yanlış alınanı dışarı atmak gibi. İşte bu yüzden bütün canlılar yaşamsal önemi olan bu maddeler alınmadığı zaman, bu maddelerin alınması için canlıda bir istek doğar. Bu istekler annelik gibi, cinsellik gibi, acıkmak gibi, susamak gibi, canlılığın devamı için gerekli olan içgüdülerdir. Burada tuza karşı da canlılar tad geliştirmişlerdir. Bitkiler tuzunu topraktan alır. Diğer canlılar ise yedikleri besinlerden alırlar. Yediklerinde yeterli tuz bulamayan canlılar çevreyi yalıyarak eksik tuzlarını gidermeye çalışırlar. Bu yüzden birçok yabani hayvan tuz bulamadığı zaman çıldırmış gibi taşları yalarlar. Çocukların toprak yemesinin sebebi budur.
Hemen her kültürde hayvanlara tuz verirler. Bir çok insan bilir ki hayvanlara rafine edilmiş tuz verilmez. Bir ineğe rafine tuz verin üç gün sonra sütten kesilir, üç hafta sonra dağa çıkamaz üç ay sonrada kemik erimesine, romatizmaya düşer. Her nedense bu bilgi hayvanlar için bilinir de, sanki insanların anatomisi farklıymış gibi, bu gerçek insanlar için bir türlü doğru olduğu kimsenin aklına gelmez.
Örneğin profosyonel sporcuların yaptıkları aşırı spordan dolayı onların suya ve tuza daha çok ihtiyaçları vardır. Rafine tuz gerçeğini bilmedikleri için, profosyonel sporcuların vücutlarının tuz dengelerini kurmaları oldukca zordur. Bunu en iyi futbolcular bilirler. Bu konuda bütün futbolculara, profosyonel sporculara ve yarış atları binicilerine bir sır verelim. Kaliteli doğal tuz yeyin, ve bolca su için, en doğrusu her içtiğiniz suya biraz himalaya tuzu katın ve için,yorulmak nedir bilmeyin. Yarış atlarına kaliteli tuz verin, onlar becerilerini iki katına çıkarırlar.
Bugün özellikle modern toplumun insanlarının günde en az 15 ile 20 gram arasında tuz tükettikleri söylenmektedir. Ancak bu bilgide çok müthiş bir yanılgı var; insanların tuz tükettiği yanılgısıdır. Aslında bizim tükettiğimiz tuz değil saf sodyumklörürdür. Siz şimdi tuz yerine 20 gram değil tonlarca sodyumklörür de yeseniz vücudunuza tuz girmiş olmaz, tam tersine vücudun diğer minerallerini de çeker alır. Daha önce dediğimiz gibi, doğada rafine edilmiş tuza, yani saf sodyumklörüre rastlanmaz. Vücuda alındığı zaman da doğasına geri dönmeye meyillidir. Yani doğal tuzdaki diğer mineralleri çevreden, yani vücuttan alarak tamamlamaya çalışır. Vücudun bu sorunla başa çıkabilmesi için tekrar doğal tuza ihtiyaç duyar. Biz rafine tuz yedikce vücutta bu bir kısır döngüye dönüşür. Bazı insanların aşırı tuza düşkün oluşunun sebebi budur.
Rafine tuz yedikce insanın daha fazla yeme isteği doğar. Kimi insanlar avuç avuş tuz yeseler de gene de tuza doymak bilmezler, çünkü bu yedikleri tuz değildir.
Bunun yanında bir de toplumsal değişmenin getirdiği gizli bir tuz tüketimi var ki, birçoğumuz bunun farkında bile değildir. Özellikle hazır yiyecek ve içeceklerde var olan gizli tuzların ne miktarı ne de kalitesi hakkında bir bilgimiz vardır. Bu nedenle bunu günlük tuz tüketiminde yoktan sayarız. Bugün toplum sağlığını tehdit eden en önemli konulardan biridir. Herhalde bugün sağlık bakanlığını en çok kaygılandıran işin bu yanıdır. Yoksa insanlara tuz yasaklamanın yolu yoktur. Siz restoranlarda tuzu yasaklarsınız insanlar ceplerinde gezdirir, o kadar zor bir olay değildir.
Gizli tuz tüketimi nasıl olmakta: Toplumsal zenginlikle birlikte, birçok yiyeceğe hazır ulaşmaktayız. Gerek restoranlarda, gerek se süpermarketlerde, ekmek, yoğurt peynir, salam, sucuk vs. Gibi bütün hazır yiyeceklerde rafine edilmiş tuz vardır. Tabiki bir nesne pazara hazırlanırken en büyük kaygı nasıl pazarlanacağıdır. Eğer elbise pazarlıyorsanız onun estetiği ve kalitesi, eğer yiyecek pazarlıyorsanız da onun tadı ön plana çıkar. Tadı olmayan bir yiyeceği kimseye pazarlayamazsınız. Bu tadın herkes tarafından iyi bulunması gerekir. Tuzsuz hiçbir yiyeceğin tadı yoktur. Hatta tatlıların bile içine tuz katılmadığı zaman yavan olur. “Katığınızın efendisi tuzdur” diyen hadis boşuna söylenmemiştir.
İşte bu yüzden bütün hazır yiyeceklere tuz katılır. Yanlız rafine edilmiş tuz agrasiv olduğundan, bu agrasiv tadını güzelleştirmek için başka kimyasal tadlandırıcılar da katılır. Buda rafine tuz tadını azalttığı için bu kez daha fazla rafine tuz katma zorunluluğu doğar. Bu kısır döngü heryerde ve her zaman bir ömür boyu peşimizden dolanıp durur.
Bir taraftan insanın tuz yeme zorunluluğu ve arzusu, öbür taraftan ortada tuz olmayışı bizi korkunç bir kısır döngü ile çıkmaza sokar. Eğer biz gerçek tuz kullanmış olsaydık, bu kadar aşırı tuz tüketimi ortaya çıkmazdı.
Soru 3. Gerşekten insanları hasta eden TUZ mudur, yoksa tuz kıtlığımı?
Yanıt: İnsan oğlu tuz derken acaba neyi kastetmiş? Bu konuda azcık kafa yoran herkes şu sonuca varır. Doğada var olan ve su ile çözülebilen herşey, dünyanın var oluşundan buyana, denizlerde toplanır. Her hangi bir deniz kuruduğu zaman da arta kalan nesneye insan oğlu tuz demiş. Bugün dünyanın birçok yerinde tuz hala böyle elde edilmektedir. Bütün kaya tuzları da denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur.
Tuzu sadece insanlar yemeklerinde içeceklerinde kullanmaz, aynı zamanda endüstrinin her dalında tuz kullanılır. Dünya tuz üretiminin %97 den faylasını endüstri kendisi kullanır. Endüstrinin ürettiği hemen herşey tuz ile üretilir. Camdan, arabaya, deterjandan ilaca, boyadan benzine kadar tuzun kullanılmadığı alan yoktur.
Ancak burada hemen hepimizin gözünden kaçan, ya da kaçırılan küçük bir ayrıntı vardır ki o çok önemli bir ayrıntıdır. Endüstri tuzu her üretiminde kullanır derken, doğal tuzları kullanamaz. Endüstri için gerekli olan saf sodyumklörür’dür. Bu yüzden tuz aslında endendüstri için rafine edilerek içerisindeki sodyum ve klor dışındaki bütün elementler ve iz elementler alınarak sadece saf sodyumklörür’e indirgenir. Çünki diğer elementler ve iz elementler endüstri için rahatsız edici faktördür. Neden tuz saf sodyumklörüre indirilir, çünkü bu haliyle kimyasal reaksiyon gücü artar. Oysa saf sodyumklörür canlı vücudunda tam tersi rol oynar. Reaksiyon gücü artan sodyumklörür yenildiği zaman da, vücutta kendi başına reaksiyonlara girer. Bu reaksiyonlardan en önemlisi ise, sodyumklorür doğal halde iken ki haline dönmeye çalışır. Yani diğer elementleri de kendisinde toplamaya çalışır. Vücudun diğer minerallerini çekip alarak doğal durumuna dönüşmeye çalışır. Bu da canlının yaşam olaylarının doğal seyrini bozar. Canlı buna engel olmak için bu zararlı ve agrassiv maddeyi su ile etrafında bir kılıf oluşturarak nötürleşmeye çalışır. Vücutte oluşan ödemin en önemli sebebi budur. O yüzden derler ki vücutta tuz su tutar.
Vücut en öneli yaşamsal suyunu yediğimiz bu rafine edilmiş tuzu nötürleşrirmek için kullanırsa, vücutta kronik bir su kıtlığı başlar. İşte bu da yüksek tansiyon, baş ağrısı, migren, romatizma gibi birçok kronik hastalığa sebep olur. İşte bu yüzden vücudumuzdaki birçok kronik hastalığın asıl sebebi tuz değil tuz kıtlığıdır. Biz ne kadar rafine edilmiş tuz yersek, vücudumuz o kadar tuz kıtlığı yaşar.
Soru 4. Vücudumuzun tuza ihtiyacı varmıdır?
İnsan vücudu sudan ve tuzdan ibaret. Sudan ve tuzdan oluşmayan yeryüzünde bir canlı yok. O yüzden derler ya yediğimiz yiyeceklerde zaten tuz var. Ancak insan vücudu ne suyu ne de tuzu depolayabilmektedir. Biz bu maddeleri sürekli ve yeterli miktarlarda dışardan almak zorundayız. İnsan vücudu yaklaşık 24 000 tane enzim üretebilmekte eğer biz suyunu ve tuzunu verirsek. Vücuttaki hormon bozukluklarının, ve buna bağlı olarak gelişen bütün hastalıkların sebebi vücuttaki tuz kıtlığıdır. Vücutta tuz kıtlığı insanı ölüme götürür. Eğer bir insanı yavaş yavaş öldürmek istiyorsanız ona tuzu yasaklayın.
Tuzun vücudumuzdaki en önemli görevi, bütün yaşam olaylarına temeli olan osmoz gücünü oluşturmaktır. Osmoz gücünün bir diğer kanadı ise sodyum – potasyum pompasını çalıştırmaktır. Bu pumpa herşeyden önce hücrenin asit baz dengesini ve osmoz gücünün sürekliliğini sağlar. Bu pompa gene bir tuz iyonu pompasıdır. Örneğin potasyum rafine tuzlarda yoktır. Eğer şansımız varsa, bunu yiyeceklerden alabilirsek çalışır, yoksa işimiz tanrıya kalmış.
Bu pumpa çalışmadığı zaman vücutta ödem oluşur, böbrek yetmezliğine olur, kabızlık olur.
Ne garip değilmi, vücut bir taraftan su toplarken, bir taraftan da bağırsak tıkanması yaşanır. . Aslında yetmeyen böbrek değil su ve tuzdur.
Vücutta tuz kıtlığı olduğu zaman, oluşacak yaşamsal sorunları saymakla bitmez, çünki vücuttaki bütün yaşam olayları ne güzel ki sadece su ve tuz üzerine kurulmuştur. Ne güzel ki düyoruz, dünyada herkese yetecek su da var tuz da. Yanlız bunun bilincinde olup da sularımızı, kaynaklarımızı, nehirlerimizi, göllerimizi denizlerimizi temiz tutmamız gerek. Tuzu da rafine etmeden en doğal haliyle almak gerek.
Yanlız burada vücut tuz kıtlığında kendini nasıl ifade eder ve tuz kıtlığı çektiğini bize anlatır. Bunlardan bazıları şöyle:
- Mide bulantısı, kusma
- Kramp yorgunluk
- Vücudun esnekliğinin kaybolması
- Deri kuruması
- Düşük tansiyon
- Kan dolaşımı bozuklukları
- Kalp yetmezliği
- Uzun zamanlı ishaller
- Aşırı terleme
- Kalp çarpıntısı, kalp yetmezliği
- Uyurken ağızdan su akması
- Cinsel güçsüzlük
- Hormon bozuklukları
Soru 5. Vücudumuzun hangi tuza ihtiyacı var?
Vücudumuzun tuza ihtiyacı su gibi hava gibi gün ışığı gibi yaşamsaldır dedik, ama hangi tuza? Belkide birçok insan bu soruyla ilk defa karşılaşmaktadır. Dolayısiyla bu soru birçok insanı şaşkınlığa düşürebilir. Şu ana kadar birçok insanla karşılaştık ve onlar şöyle diyorlardı. Tuz tuzdur, tuzdan başka tuz mu var’? Şunu da ekleyenler az değil. Eskiden biz kaya tuzu kullanırdık. Ama ne olduysa şimdi bu rafine tuzu icat ettiler ve bizde ondan kullanıyoruz. Ne bilelim biz hangi tuz daha iyi. Evet tuzdan başka tuz var. Hemde çok başka başka tuzlar var.
Doğada her maddenin yaşayan canlılar karşısında bir kalitesi vardır. Bu kalite o maddenin özünde gizlidir. Doğada hiçbir maddenin, hatta hiçbir atomun bile bir özdeşi yoktur. Bu yüzden canlının ihtiyaç duyduğu bu maddelerinde kaliteleri canlı yaşamı için çok önemli rol oynar. Her su aynı su değildir. İçinde bulundurduğu mineral yapısından tutun da, yüklendiği enerjiye kadar her su farklı özellikler, farklı kaliteler gösterir. Hatta aynı çeşmeden dolunayda alınan su ile normal bir gecede alınan suları analiz ettikleri zaman bile, bu iki suyun aynı çeşmeden aktığına analiz edenler bile inanamamıştır. Buna en güzel örneklerden biri Zemzem suyudur. Kimilerine hikaye bile gelse, Zemzem suyu bir farklılığı ifade eder. O farklılık ise yaşayan canlılar içindir.
Nasıl ki her su aynı su değildir, her tuz da aynı yuz değildir. Önce rafine tuzlarla doğal tuzların aynı olmadığını kavramamız gerek. Tuz nasıl rafine edilir; önce kaya tuzları su ile çözüldükten sonra yüksek basınç ve ısı ile (157-160 derecede) su buharlaştırıldıktan sonra rafine edilir. (Rafine edildikten sonra sofralarımıza gelen tuza, akışkanlığını sağlasın diye katılan ve tamamen sağlığa zararlı olan maddeleri hatta bu tartışmada hesaba bile katmıyoruz.) Bu konudaki bilgi tuz endüstisinin kendisine aittir. Bizim tarafımızdan hiçbir ekleme yapılmaz.
Birçok bilim adamının da tekrarladığı bir yanılgı var, derler ki ‚Doğal tuz ile rafine edilmiş bu tuz arasında ne fark var ki! Rafine edilerek sadece içinden toprak ve kil dışarı alınır. Bir de diğer elementler, iz elementler alınır. Bunlar da doğal tuzların ancak %1’ lik bir bölümünü oluşturur. Bu yüzden bu %1 lik bölümünü yok sayarız. Bugün dünyada yapılan en büyük yanılgı budur. Bu yanılgıyı anlayabilmek için iki örnek vermek istiyoruz. İnsan vücut suyuna ve hücre sıvısına en yakın sular deniz sularıdır. Hatta yaşam öncesi deniz sularına bunlar özdeşdir. Şu demek; deniz suynda var olan mineraller insan vücudunda da aynı mineraller yaklaşık değerlerde temsil edilmektedir. Ve miliyarlarca yıllık yaşam süreci bu su ve mineraller bileşiminin üzerine geliştirmiştir. Yani suyun dışında, doğal tuzlarda ne varsa vücudumuzda da onlar var, ve bütün bunlar yaşamsaldır. İşte bu yüzden vücudumuzda var olan ve sürekli almak zorunda olduğumuz bu tuzlardaki %1 lik mineraller ve iz elementlerini almadığımız zaman vücuttaki bütün yaşam olayları çıkmaza girmektedir.
İkinci örnek ise çeliğe su vermek diye bilinen bir olayı hatırlatmak istiyorum. Tuzu rafine edince birşey değiş miyor sadece temizleniyor diyen görüşe şunu hatırlatmak istiyoruz. Bir maddeyi züksek derecelerde ısıtırsanızi o madde artık eski madde değildir. Hatta çeliği sertleştirmek için yüksek ısıdaki çeliği suya sokarlar. Çeliğe su vermek derler adına. Bu yüzden tuzu rafine ettikten sonra, bu tuzun aynı tuz olduğunu idda etmek bence, ya bilerek dolandırıcılık yapmaktır, ya da doğadan hiçbirşey anlamamaktır. Artık bize kimse ‘rafine edilmiş tuz aynı tuzdur’ demeye kalkmasın.
Soru 6. Vücudumuzun ne kadar tuza ihtiyacı var?
Vücudumuzun günde beş gıram tuza ihtiyacı var sözü doğru değildir. Çünki bu kişinin kilosuna, yaptığı işe, iklim koşullarına ve en önemlisi de içtiği suyun miktarına bağlıdır. Bu kadar farklı değişkenlere bağlı olan bir şeyi herkes için bu kadar kesin genellemelere sokmayı anlayamıyoruz. Üstelik bu bir bilimsellik adına yapılmaktadır. On yaşındaki bir çocuk ile, 100 kg gelen bir insanın aynı tuza ıhtiyacı olması saçmadır. Bu saşmalığı bir kenara bırakarak vücutta hangi organın neden tuza ihtiyacı olduğuna ve ne kadar olabileceğine bakalım.
Vücudumuzda böbreklerin görevi vücudun asit ve baz dengesini, su ve tuz dengesini gene su ve tuz ile ayarlayan bir organdır. Siz eğer hiç su içmez de sadece tuz yerseniz çok kısa bir süre sonra böbrek yetmezliğine düşersiniz. Aynı zamanda da tansıyonunuz artar. Bu durumda ne kadar az tuz yerseniz yeyin vücudunuz bu tuzla başa çıkamaz. Diğer taraftan da eğer günde 5 ya da 6 litre su içerseniz ve hiç tuz almazsanız çok kısa bir sürede kalp yetmezliği, nefes darlığı, güçsüzlük ortaya çıkar. Bu yüzden hergün böyle TV ya da gazete haberlerinde duyduğumuz pauşal genellemeler doğru değil hatta tehlikelidir.
İkinci kez doğru değildir, çünki şimdiye kadar tuz üzerine bir araştırma olmadığı halde, sanki bir bilimsel araştırma sonucuymuş gibi yansıtılan bütün söylemler, sadece rafine edilmiş tuzlar için söylenmiştir. Çünki bu söylemleri toplumda çoğaltanlar ve kabul ettirenler zaten rafine edilmiş tuzdan başka tuz tanımıyor ve kabullenmiyorlarki. Bu yüzden onlar sadece rafine edilmiş tuzları gözlemleyip yargılar sunuyorlar.
Tuz üzerine en köklü araştırma sadece Japonya’da yapılmıştır. Ancak bu araştırma da rafine tuz üzerine yapılmıştır. Araştırmayı yapan bilim adamına bir mektup yazıp, araştırmayı yaparken tuzlar arasında bir ayrıma dikkat edip etmediğini sorduğumda, ne acıdır ki, rafine tuzların dışında başka tuz tanımadığını‚ tuz tuzdur, tuzdan başka tuzmu var’ şaşkınlığıyla başka tuz tanımadığını dile getirmiştir. Bu yüzden şu ana kadar yapılan söylemlerin hepsi rafine edilmiş tuzlar için geçerlidir.
Tuz tartışmasının bu kadar hararetli olduğu bir ortamda umarız bu yazımız az da olsa kaynayan bu çorbaya tuz atmış olur.
Bulanmak durulmak içindir, tartışmak aydınlanmak için.
19.Temmuz 2010
Yücel Aydemir