Kanser

Su için aşka düşün kansere değil

Cep telefonu baz istasyonu radyasyon ve kanser

Az öncede belirttiğimiz gibi kanser doğal bir süreçtir. Bu doğal süreç kuruma ve kirlenmedir. Dolayisiyle kanser iyileştirilebilir bir süreçtir. Kurumayı iyileştirebilecek tek nesne de sudur. Kanseri iyileştirmek için sudan başka yapılacak her çaba beyhude bir uğraştır. Sadece acil durumlarda yapılabilecek cerrahi müdahaleler hariç. Bunun dışında hele ki öldürücü kemo ve ışın tedavileri beyhude bir çabadan öte, bir cinayettir.

Ama cep telefonları ve baz istasyonları ya da evlerimizdeki o şirin şeytan kutularının yaydığı radayasyon hücreyi direk yakar ve öldürür. Bu kanserden farklı bir gelişmedir. Şimdiye kadar ki kanser üzerine yapılan sözüm ona bilimsel açıklamalar, kanser oluşumu hakkında net bir görüşü olmadığı için herşeyi birbirine karıştırarak açıklamaktadırlar. Tabiki bilinmezlik ve çaresizlik onların daha çok da işine gelmektedir. Bu yüzden bilinmezliği arttırmak, işin içinden çıkılmazlığı arttırmak için, bilerek herşeyi birbirine karıştırıp sundular. Kurt puslu havayı sever biliyorsunuz. Çaresizlik, bilinmezlik ve puslu hava kurt avının günüdür. Onlar mutasyon teorisinden yola çıktılar ve dediler ki genleri bozan her nesne kanserojendir. Üstelik neyin genlerimizi bozup bozmadıklarından da emin olmadıkları halde. İşin gerçeği en çok bozuk genli hücre üreten vücudun kendisidir.

Bugün nerede ise dünya bitki örtüsünün yarısının genini değiştirdiler, yani gen teknikte bu kadar ileri gitmişken, bir kanserli hücrenin geninin bozuk olup olmadığını bilememek kadar gülünç bir şey olamaz.  Tabiki kurda kuzu nerde diye sorarsan bilmiyorum der, yedim dermi! Suçu işleyene suçluyu da bulma görevini verirseniz, o dünyanın sonuna kadar suçlu arar. Hiç benim dermi. Bu bizim gafil inanışımızdır. Bizim herşeyden önce bilmemiz gereken, kuzunun, hangi kurdun ağzında olduğudur. Dünynın genetiğini değiştirenler de, kanserin genetik bir hastalık olduğunu idda edenler de, ve bu bozuk genli hücreleri (yani bizi) öldürmek için kemoterapileri bize diretenler de aynı kişilerdir. Sözüm ona bilim adamı da birkaç nema yüzünden kıraldan çok kıralcı kesilir. Ortada bilim filan yapıldığı yok.

Bu doğru bir yöntem değildir. Bilim bu kadar kaba ve ilkel değildir. Ama ne yazık ki iş sağlık olduğu zaman, dünya nüfusunun çokluğundan yakınanlar, her şeyi birbirine katmayı bizlere bilim olarak bellettiler. Hz. Ali demiş ki ilim bir idi cahiller onu çoğalttı. Şimdi ise ilmi karmaşaya sokanlar cahillermidir yoksa hayinlermidir iyi kavramamız gerek. İlim bir incelik idi hayinler onu ilkelleştirdi, cahillerde onu kartopu gibi habire yuvarlayıp duruyor. Bir çığ gibi üzerlerine devriliyor farkında değiller. Dinazor kuyruğu bittiği zaman farkedermiş kuyruğunun yenildiğini. Firaun pramitlere rağmen kavrayamadı ölümlü olduğunu.

Kanser araştırmacıları, bilim adamları bu kadar ilkel ve kaba açıklamalar yaparken, bu kadar bilinmezlikleri ve çaresizlikleri bilim diye anlatırken,  hiçbir kompleks ya da aşağılık duygusuna kapılmadan yapmaları beni şaşırtmıyor. Beni şaşkına düşüren tek şey şudur. Bütün bu ilkel ve kaba görüşlerini, bilinmezlikleri nasıl bir bilim olarak herkese inandırmışlar, nasıl en basit çözümleri herkesin gözünden kaçırmışlar. Nasıl çaresizlikleri ve ölümleri çözüm diye bize tanırlaştırmışlar, ona aklım ermiyor.

Bir baş ağrısının bile sebebini bilmeyenlere bilim adamı, ‘biz baş ağrısının sebebini bilmiyoruz’ sözüne de bilim demişiz. Dünyada bu kadar kolay yapılan bir dolandırıcılık yok. Ve biz bu dolandırıcılığı finanse edebilmek için sağlık sigortaları kurmuşuz, pirimler ödemişiz, bunu yapmayan hükümetleri yıkmak için sokaklara yürümüşüz. Ve çokşükür hükümetleri dize getirerek herkese bir yeşil kart vermişiz. Devletleri dize getiren bizmiyiz yoksa onlarmı orası pek bilinmiyor. Oysa yeşilkart herkesi ama herkesi sağlık siztemine bağımlı yapmanın en güzel yöntemlerinden biridir. Tabiki bedelini de topluma yükleyeceksin ve aynı zamanda sosyal devlet adıyla da şirin gözükeceksin. Oyun ne kadar güzel oynanıyor değilmi! Oysa bu bilimciler demişki kusura bakmayın ama biz sizi iyileştiremiyoruz. Zaten öyle bir kaygımız ya da hedefimiz de yok ki demişler. Ve biz hepimiz ne kadar akıllı ve politk insanlar olduğumuza inanırız değilmi. Meğer birileri bizi suya götürüp susuz getirirmiş haberimiz yokmuş. (Kanser susuzluk değilmiydi, oysa biz sadece yağmurun altına çıksaydık yeşermeyi becerirdik. Bu gerçek bize sadece, bizi suya götürüp susuz getirenlerin firaunların zekasını deüil aynı zamanda bizim gafletimizi gösterir. Bir de Face Book gibi bir oyuncağımız var şimdi. Onu kaldır onu yapıştır.)

Ey benim yoksul gençliğim

Sokakları sloğanlarla dolduran gafil gençliğim

Savaşı soframıza kadar taşımışlar görmemişim,

Savaşı cep telefonuma kadar taşımışlar görmemişim

Ve dünyanın bilmem neresinde atılan kurşuna üzülmüşüm

Savaşa hayır diye sokakları doldurmuşum

Bir gariptir benim gençliğim

Ve her halde böyle geçireceğim dünyayı

Gafil ve huzurlu

Cededim yakışıklı olacaktı sanırdım

Oysa kuruyan çörüşürmiş bilemedim

Bu ilkel ve kaba bilimdeki karmaşa aşure aşında bile yoktur. Ama adı bilimdir. Bu evrende bilinmezliğin adının bilim olduğu tek gezegen dünya olsa gerek. Putlara inanmak biraz daha ileri görüşlülük olsa gerek.

Neyse biz davamıza dönelim. Iyonize ışınların ya da radyasyonun kanserojen etkisi şöyledir.

Cep telefonu ya da baz istasyonlarının yaydığı iyonize ışınlar ve atom radyasyonları hücreyi baskı altına alarak, hücrede direkt bir sitres yaratır. İlk etkilediği şey kandolaşımı, vücudun kendi iç haberleşme ve kontrol mekanizmasını baskı altına almaktır. Özellikle kanın, bütün hücre ve vücut suyunun fiziksel bileşimini bozar. Dolayisiyle vücudun savunma sistemini çökertir. Aşırı iyonize ışınlara ve radyasyona maruz kalan insanlarda ilk önce uykusuzluk, baş dönmesi, kalp çarpıntısı, kan dolaşımı dengesizliği, organların kendiliğinden atması (hareket etmesi), hiper aktiv özelliklerinin başgöstermesi, el yüz ve bedende kontrolsuz hareketlerin başlaması, konsantrasyon eksikliği gibi organların işleyişinde sapmalar ve dengesizlikler oluşur.  Nedensiz ağlamalar, duygusal boşalmalar, depresyon, aşırı derecede ve durup dururken nedensiz hiddetlenmeler, ve intahar etme istekleri doğar. Vücudun her tarafında özellikle yumuşak etlerde nedensiz sızlamalar başlar.

Özellikle bu belirtileri çocuklarda daha çabuk ve kolay gözlemleyebiliriz. Çünkü onların vücutlarının tuzlu su oranı daha fazladır ve bir anten gibi çeker üzerlerine. Dolayisiyle çocukları bu tür cep telefonlarından baz istasyonlarından ve evdeki kablosuz telefonlardan mutlaka uzak tutulması gerekir. Heleki yatak odasına bakan bir baz istasyonu ya da yatak odasındaki kablosuz (telsiz) telefon çocuğunuzun celadı olarak çalışır. Çocuklarınızı o modern cellatlardan koruyun lütfen.

Şimdi siz bütün bunlardan habersiz genç bir anne baba olarak, bir yaşında daha konuşmayı bile bilmeyen ve durmadan ağlayan çocuğunuzu, doktor doktor dolaştıracaksınız ve öaresiz iki büklüm evinize döneceksiniz. Sevdiklerinizden biri telefon edecek. Bir elinizde çocuğunuz, bir elinizde cep ya da telsiz telefonunuz, başlayacaksınız anlatmaya. Nasıl çaresiz bir kapana sıkıştığınızı anlatacaksınız. Oysa biricik oğlunuzu ya da kızınızı nasıl sevdiğinizi anlatacaksınız. Siz konuştukca çocuğunuzun ağlama sesi yükselecek, çığlık çığlığa kalacak. Bir çoğumuz hemen hergün yaşıyoruz bunları. Peki sizce bu insanlar cocuklarını mı daha çok seviyorlar yoksa çocuklarının cellatlarını mı? Hatta kimi aile çocuklarına bu cellatları daha altı yaşına bile basmadan doğum günü hediyesi olarak verir. Annesi vermezse babaannesi vermektedir. Biz ne kadar sevgi dolu insanlarmışız.

Bugünlerde sevmek moda olmuş zaten. Heşeyi herkesi sevecekmişiz. Quantum fiziği öyle söylüyormuş. Yaradanın bizde bıraktığı tek iz sevgiymış. Her şeyi sevecekmişiz. Ama 30 saniyelik bir cep telefonu konuşmasıyla doğada yüzlerce canlı ölürmüş, eh onu bilmiyoruz. Bu doğru olamaz. Arıların nesli tükenmek üzere bu radyasyondan. Olurmu canım öyle saçma şey. Arılarla benim cebimdeki telefonun ne ilişkisi var? Kimi neden, nasıl ve ne kadar sevdiğimiz belli oluyordur herhalde.

Tabiki bütün organlar ve bütün organ hücreleri bu sitrese mağruz kalır. Ama en çok etkilenen organ ve hücreler ise, birincisi beyin ve sinir hücreleri, sonra kan hücreleri, dolayisiyle özellikle beyaz kan hücrelerinin yani savunma hücrelerinin üretimi, sonra da deri ücreleri en çok etkilenen hücrelerdir. Bunlar aynı zamanda vücudun en önemli savunma sistemi hücreleridir.

Vücudumuzun bütün ama bütün saldırılara, korumasızlıklara, çaresizliklere karşı kullanabileceği tek etkili silahı vardır o da tuzlu su. Bu bizim buluşumuz filan değil, tanrının bir seşimidir. Yaradan canlıları yaratırken tuzlu suyu seçmiştir. Tabiki bu seçimi yaparken tesadüf, ya da bir keyfiyet yoktur. Tuzlu su evrendeki demiyelim ama bu dünyadaki ışık dahil herşeyi içerir. O zaman demek ki yaratıcı canlıyı yaratırken en zengin bir nesneyi seçmiş, bu tesadüf olabilirmi!

İşte iyonize ışınlar ve radyasyon hem vücut suyunun kan gibi fiziksel bileşimini bozduğu için, hem de hücrelerin yaşam olaylarını, yani enerji üretimi ve üreme faliyetlerini dahil her olayı baskı altına ladığı için kanserleşme sürecini arttırır. Ancak bana öyle geliyor ki bu insanların kanser olmaya bile fırsatları ve zamanları kalmamaktadır. Çünki bu radyasyon insanı kanserden önce bitirir de ondan.

Sürekli yanlış bir bilgi akımı olduğu için, ve şu ana kadar duyduğunuzun tersini duyduğunuz için, bana inanmanız değil anlamanız gerektiğini bildiğim için, anlaşılır olması bakımından küçük bir örnek verelim.

İki aynı cinsten çiçeğiniz olsun. Birine su vermeyin birkaç gün işerisinde solmaya başlar. Diğerine ise bir ateşle yakın. Su vermediğiniz için kuruyan çiçeğinize geç kalmadığınız her an su verdiğiniz an yeşermeye başlar. Geç kalmadığınız an, bitkinin ölmediği andır. Son hücresi de ölmemişse onun yeşerme olasılığı vardır. Ancak yaktığınız bitki öyle değildir. Onu birdaha canlandırma olanağınız yoktur. Tabi gene bu da yaktığınız yerin miktarına ve şiddetine başlıdır. İşte kanser ile radyasyon arasındaki ilişki böyle bir ilişkidir.

Yananı yeniden kazanmak zordur. Ancak kanser doğal bir kuruma ve kirlenme olduğu için, temizliği yapıp suyunu verdiğiniz andan itibaren kanser geriye dönüşü başlar. Dolayisiyle kanser hemen her aşamada iyileştirme olanağı vardır. Tabiki bir yüzyıldır yaptıkları bu kadar olumsuz propaganda çerçevesinde bakarsan bu söylediklerimiz sanki bir mucize imiş gibi gelebilir. Ancak bu hemen hepimizin deneylediği bir olaydır mucize değildir. Tatile giderken komşuya tembihlemeyi unuttuğumuz çiçekleri döner dönmez ilk işimiz sulamak olur. Ve büyük bir heyecanla komşuya anlatırız, ‘yani bir gün daha kalsaydık çiieklerimizin hepsi ölecekti.’ Evet dostlar kanser olan çiçeklerinizi de geç kalmadan su verin, özellikle tuzlu su, çiiek gibi yeniden yeşersin onlar.

İşte bu yüzden iyonize ışınların ve radyasyon zararlarından arınmanın ve kurtulmanın en kolay ve köklü çözümü tuzlu su kürüdür. Tuzlu su, iyonize ışınlarla ya da radyasyonla kirlenmiş vücut ve hücre suyunu yenilemenin en kolay yolu tuzlusudur çünkü. Bu bardağınızdaki içmek istediğiniz  ama kirllenmiş suyunuzu bir yenisi ile değiştirmek gibi basit bir mantığı taşır. O suyu bal ile değiştirirseniz, ekonomik olarak belki karlı bir iş yapmış olursunuz ama sağlık açısından pek de akıllı bir iş yaptığınız söylenemez. Vücut suyu tuzlu su ise, ve bu kirlenmiş ise, bunu kirlenmemiş olan ile değiştirmenin yolu da temiz tuzlu su içmekten geçer.

19.Ocak 2012

Yücel Aydemir

Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabında başlattığımız araştırmaların sonucunda geldiğimiz nokta şudur. Doğada hastalık yoktur, sağlık vardır. Sağlıklı yaşam canlıların en doğal durumudur. Hastalık bu doğal durumdan uzaklaşmadır. Asıl soru şudur, bu doğal durumdan nasıl uzaklaşılır? yani bugünkü dil ile nasıl hasta olunur. İnsanı hasta eden yedikleridir. Bu yüzden eski bilgeler demişler ki, can boğazdan gelir ve gene boğazdan gider. Biz bunların ne demek istediklerini pek anlayamamışız.

Bizi hasta eden iki unsur var. Birincisi aşırı yeme, ikincisi ise çevre kirliliği. Çevre kirliliği derken aşırı derecede radyasyonu kastediyoruz. Radyasyon yayan cihazlar ise, evdeki telsiz telefonlar kablosuz internet (Wireless) cep telefonları ve onların baz istasyonlarıdır. Bunlar en çok da çocukların gelişmelerini çok tehlikeli bir şekilde etkilerler.

Herkeste şöyle bir düşünce var. Ne yapalım çağımızın gereği, onsuz da olmuyor ki. Yada ona da alışmak gerekir. Özellikle evinin yakınında baz istasyonu olan ya da evinde kablosuz telefon ve interneti olanlar, çocuklarının gözlerinin altından çok kolay bu tehlikeyi görebilirler. Rradyasyona mağruz kalan çocukların gözlerinin altı hep şişkindir, hep mordur ve su toplamıştır. Bu çocuklar sürekli yorgundurlar. Ne uykuları uykudur onların, ne yedikleri işe yarar ne de içtikleri.

Yemek insanı hasta eder derken de, hemen herkesin dilinde dolaşan bir söylem var; sağlıklı beslenme. Peki sağlıklı beslenme derken, hemen herkes işte bol yemeyi, organik yemeyi ama hep yemeyi anlar. Oysa biz sağlıklı beslenmeden önce az yemeyi kast ediyoruz. Ne yediğinizin tabiki önemi var. Ama asıl önemli olan ne kadar yediğinizdir. Kanserin tek sebebi aşırı yeme ve heleki, hiçbir besin değeri olmayan fastfood yiyecekleridir. Bunlara Restoranlar dahildir.

İşte araştırmalarımızın geldiği nokta budur. Kanser aşırı yemeden ortaya çıkan özellikle vücut suyunun kirlenmesi, – buna vücut asidinin artması denmektedir-, ve buna bağlı olarak vücut suyunun kurumasıdır. Kuruyan her canlı ölür kanser bu yüzden öldrür. Yeterince su içen ve güzel tuz yiyen hiçkimse ne kanser olur ne de kanserden ölür. Bize hep söylendiği gibi kanserli hücre genetiği bozulmuş hücre değildir. Bu bir tezdir, ve bunun bir tez olduğunu hemen çoğumuz bilmeyiz. Ama herkes bu tezi mutlak bir doğruymuş gibi dilinde dolandırır.

Duyanlar duymayanlara söylesin kanser hücresi genetiği bozulmuş hücredir sözü bir yüzyıldır ispatlanmamış bir tezdir. Ve bugünkü bütün kanser tedavileri bu ispatlanmamış tez üzerine kurulmuştıur. Tez yanlış olduğu için tedaviler de yanlıştır. Yanlış olduğunun en büyük ispatı tedavilerin sonuçlarıdır. Şu ana kadar kanser tedavilerinin sonuçlarının yayınlandığı bir yayın bulamazsınız. Bu sadece bizde değil dünyada bulamazsınız.

Bizim araştırmalarımızın geldiği sonuç şudur. Kanserli hücre oksijenli solunumu yapamıyan hücredir. Bu hücreler oksijenli solunumu yapamadıkları için bir organ hücresi olarak görevlerini yerine getiremez. Şekerin Fermentasyonu ile yaşam enerjisi üretirler. Yeterince enerjileri olmayan bu hücreler, yaşamın ilk ve en önemli mekanizmasına tutunarak yaşamda kalmaya çalışırlar. Yaşamın ilk ve en önemli motoru üreyerek çoğalmadır. Bu yüzden organizmanın dışına itilen bu hücreler çoğalarak timör oluştururlar.

Bie hücre neden oksijenli solunum yapamaz. Çünki oksijen yoktur ortamda o yüzden. Oksijen olmayan yerde oksidayon olmaz. Ortama yani hücreye oksijeni getiren sudur, ve suyu hücreye taşıyan tuzdur. İşte bu yüzden diyoruz ki uzun sğreli vücutta su ve tuz kıtlığı, vücutta aşırı kirlenmeya, yani asitlenmeye yol açar. Oksijenin hücreye ulaşmasını engeller. Ve çaresiz kalan hücreler ortamda oksijen olmadığı için gerekli olan yaşam enerjilerini üretemezler. Yeterince enerji üretemeyen hücreler de bir organ hücresi olma yeteneklerini kaybederler. Yaşamda kalabilmenin tek yolu kalır ki o da çoğalma dır. İşte bu yüzden oksijenli solunumu yapamıyan hücreler hozla çoğalarak organizmanın şlümüne sebep olurlar.

Şlte bu yüzden bu kurumanın dolayisiyle çoğalmanın önüne geçmenin tek yolu vücuda yeterince su vermekten geçer.

Bu konudaki araştırmalarımıyın sonucunu Kanser bir hastalık değildir. Kanser bir kirlenme ve kurumadır. Kuruyan her canlı öldürü adlı kitabımızda topladık. Yakında yayınlanacak olan kitabımızı merak edenler bize yazabilirler.

5. Aralık 2011

Yücel Aydemir

Değerli Okurlar.

Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabında başlattığımız araştırmaların sonucunda geldiğimiz npkta şudur. Doğada hastalık yoktur, sağlık vardır. Sağlıklı yaşam canlıların en doğal durumudur. Hastalık bu doğal durumdan uzaklaşmadır. Asıl soru şudur, bu doğal durumdan nasıl uzaklaşılır? yani bugünkü dil ile nasıl hasta olunur. İnsanı hasta eden yedikleridir. Bu yüzden eski bilgeler demişler ki, can boğazdan gelir ve gene boğazdan gider. Biz bunların ne demek istediklerini pek anlayamamışız.

Bizi hasta eden iki unsur var. Birincisi aşırı yeme, ikincisi ise çevre kirliliği. Çevre kirliliği derken aşırı derecede radyasyonu kastediyoruz. Radyasyon yayan cihazlar ise, evdeki telsiz telefonlar kablosuz internet (Wayeres) cep telefonları ve onların baz istasyonlarıdır. Bunlar en çok da çocukların gelişmelerini çok tehlikeli bir şekilde etkilerler.

Herkeste şöyle bir düşünce var. Ne yapalım çağımızın gereği. Onsuz da olmuyor ki. Yada ona da lışmak gerekir. Özellikle evinin yakınında baz istasyonu olan ya da evinde kablosuz telefon ve interneti olanlar çocuklarının gözlerinin altından çok kolay tehlikeyi görebilirler. O radyasyona mağruz kalan çocukların gözlerinin altı hep şişkindir, hep mordur ve su toplamıştır. Bu çocuklar sürekli yorgundurlar. Ne uykuları uykudur onların, ne yedikleri işe yarar ne de içtikleri.

Yemek insanı hasta eder derken de, hemen herkesin dilinde dolaşan bir söylem var; sağlıklı beslenme. Peki sağlıklı beslenme derken, hemen herkes işte bol yemeyi, organik yemeyi ama hep yemeyi anlar. Oysa biz sağlıklı beslenmeden önce az yemeyi kast ediyoruz. Ne yediğinizin tabiki önemi var. Ama asıl önemli olan ne kadar yediğinizdir. Kanserin tek sebebi aşırı yeme ve heleki, hiçbir besin değeri olmayan ffood yiyecekleridir. Bunlara Restoranlar dahildir.

İşte araştırmalarımızın geldiği nokta budur. Kanser aşırı yemeden ortaya çıkan özellikle vücut suyunun kirlenmesi, buna vücut asidinin artması denmektedir, ve buna bağlı olarak vücut suyunun kurumasıdır. Kuruyan her canlı ölür kanser bu yüzden öldrür. Yeterince su içen ve güzel tuz yiyen hiçkimse ne kanser olur ne de kanserden ölür. Bi<e hep söylendiği gibi kanserli hücre genetiği bozulmuş hücre değildir. Bu bir tezdir, ve bunun bir tez olduğunu hemen çoğumuz bilmeyiz. Ama herkes bu mutlak bir doğruymuş gibi dilinde dolandırır.

Duyanlar duymayanlara söylesin kanser hücresi genetiği bozulmuş hücredir sözü bir yüzyıldır ispatlanmamış bir tezdir. Ve bugünkü bütün kanser tedavileri bu ispatlanmamış tez üzerine kurulmuştıur. Tez yanlış olduğu için tedaviler de hiçbir başarıya ulaşmaz.

Bizim araştırmalarımızın geldiği sonuç şudur. Kanserli hücre oksijenli solunumu yapamıyan hücredir. Bu hücreler oksijenli solunumu yapamadıkları için bir organ hücresi olarak görevlerini yerine getiremez. Şekerin Fermentasyonu ile yaşam enerjisi üretirler. Yeterince enerjileri olmayan bu hücreler yaşamın ilk ve en önemli mekanizmasına tutunarak yaşamda kalmaya çalışırlar. Yaşamın ilk ve en önemli motoru üreyerek çoğalmadır. Bu yüzden organizmanın dışına itilen bu hücreler çoğalarak timör oluştururlar.

Bie hücre neden oksijenli solunum yapamaz. Çünki oksijen yoktur ortamda o yüzden. Oksijen olmayan yerde oksidayon olmaz. Ortama yani hücreye oksijeni getiren sudur, ve suyu hücreye taşıyan tuzdur. İşte bu yüzden diyoruz ki uzun sğreli vücutta su ve tuz kıtlığı, vücutta aşırı kirlenmeya, yani asitlenmeye yol açar. Oksijenin hücreye ulaşmasını engeller. Ve çaresiz kalan hücreler ortamda oksijen olmadığı için gerekli olan yaşam enerjilerini üretemezler. Yeterince enerji üretemeyen hücreler de bir organ hücresi olma yeteneklerini kaybederler. Yaşamda kalabilmenin tek yolu kalır ki o da çoğalma dır. İşte bu yüzden oksijenli solunumu yapamıyan hücreler hozla çoğalarak organizmanın şlümüne sebep olurlar.

Şlte bu yüzden bu kurumanın dolayisiyle çoğalmanın önüne geçmenin tek yolu vücuda yeterince su vermekten geçer.

Bu konudaki araştırmalarımıyın sonucunu Kanser bir hastalık değildir. Kanser bir kirlenme ve kurumadır. Kuruyan her canlı öldürü adlı kitabımızda topladık. Yakında yayınlanacak olan kitabımızı merak edenler bize yazabilirler.

 

5. Aralık 2011

 

Yücel Aydemir

 

Aman ne yapalım

Değerli Okurlar.

Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabında başlattığımız araştırmaların sonucunda geldiğimiz nokta şudur. Doğada hastalık yoktur, sağlık vardır. Sağlıklı yaşam canlıların en doğal durumudur. Hastalık bu doğal durumdan uzaklaşmadır. Asıl soru şudur, bu doğal durumdan nasıl uzaklaşılır? yani bugünkü dil ile nasıl hasta olunur. İnsanı hasta eden yedikleridir. Bu yüzden eski bilgeler demişler ki, can boğazdan gelir ve gene boğazdan gider. Biz bunların ne demek istediklerini pek anlayamamışız.

Bizi hasta eden iki unsur var. Birincisi aşırı yeme, ikincisi ise çevre kirliliği. Çevre kirliliği derken aşırı derecede radyasyonu kastediyoruz. Radyasyon yayan cihazlar ise, evdeki telsiz telefonlar kablosuz internet (Wayeres) cep telefonları ve onların baz istasyonlarıdır. Bunlar en çok da çocukların gelişmelerini çok tehlikeli bir şekilde etkilerler.

Çoğumuz şöyle bir düşünce var. Ne yapalım çağımızın gereği. Onsuz da olmuyor ki. Yada ona da alışmak gerekir. Bu tehlikenin farkında olmamktır. Özellikle evinin yakınında baz istasyonu olan ya da evinde kablosuz telefon ve interneti olanlar, çocuklarının gözlerinin altından çok kolay tehlikeyi görebilirler.  Aşırı Radyasyona mağruz kalan çocukların gözlerinin altı hep şişkindir, hep mordur ve su toplamıştır. Bu çocuklar sürekli yorgundurlar. Ne uykuları uykudur onların, ne yedikleri işe yarar ne de içtikleri.

Yemek insanı hasta eder derken de aşırı yemeyi kastediyoruz. Hemen herkesin dilinde dolaşan bir söylem var; sağlıklı beslenme. Peki sağlıklı beslenme derken, çoğumuz bol yemeyi, organik yemeyi ama hep yemeyi anlarız. Oysa biz sağlıklı beslenmeden önce az yemeyi kast ediyoruz. Ne yediğinizin tabiki önemi var. Ama asıl önemli olan ne kadar yediğinizdir. Kanserin tek sebebi aşırı yeme ve heleki, hiçbir besin değeri olmayan fast food yiyecekleridir. Bunlara Restoranlar dahildir. Birilerini yemeğe götürmek, bir nezaket yada bir bir güzellik anlamına geliyor. Maddi zenginliğimiz arttıkca bu davranış biçimi de artmaktadır. MAddi zenginliğimizle birlikte hastalıklarımızın çoğalması, aynı paralelde çoğalması kimsenin dikkatini çekmez.

İşte araştırmalarımızın geldiği nokta budur. Kanser aşırı yemeden ortaya çıkan özellikle vücut suyunun kirlenmesi, buna vücut asidinin artması denmektedir, ve buna bağlı olarak vücut suyunun kurumasıdır. Kuruyan her canlı ölür kanser bu yüzden öldrür. Yeterince su içen ve güzel tuz yiyen hiçkimse ne kanser olur ne de kanserden ölür. Bi<e hep söylendiği gibi kanserli hücre genetiği bozulmuş hücre değildir. Bu bir tezdir, ve bunun bir tez olduğunu hemen çoğumuz bilmeyiz. Ama herkes bu mutlak bir doğruymuş gibi dilinde dolandırır.

Duyanlar duymayanlara söylesin kanser hücresi genetiği bozulmuş hücredir sözü bir yüzyıldır ispatlanmamış bir tezdir. Ve bugünkü bütün kanser tedavileri bu ispatlanmamış tez üzerine kurulmuştıur. Tez yanlış olduğu için tedaviler de hiçbir başarıya ulaşmaz.

Bizim araştırmalarımızın geldiği sonuç şudur. Kanserli hücre oksijenli solunumu yapamıyan hücredir. Bu hücreler oksijenli solunumu yapamadıkları için bir organ hücresi olarak görevlerini yerine getiremez. Şekerin Fermentasyonu ile yaşam enerjisi üretirler. Yeterince enerjileri olmayan bu hücreler yaşamın ilk ve en önemli mekanizmasına tutunarak yaşamda kalmaya çalışırlar. Yaşamın ilk ve en önemli motoru üreyerek çoğalmadır. Bu yüzden organizmanın dışına itilen bu hücreler çoğalarak timör oluştururlar.
Bie hücre neden oksijenli solunum yapamaz. Çünki oksijen yoktur ortamda o yüzden. Oksijen olmayan yerde oksidayon olmaz. Ortama yani hücreye oksijeni getiren sudur, ve suyu hücreye taşıyan tuzdur. İşte bu yüzden diyoruz ki uzun sğreli vücutta su ve tuz kıtlığı, vücutta aşırı kirlenmeya, yani asitlenmeye yol açar. Oksijenin hücreye ulaşmasını engeller. Ve çaresiz kalan hücreler ortamda oksijen olmadığı için gerekli olan yaşam enerjilerini üretemezler. Yeterince enerji üretemeyen hücreler de bir organ hücresi olma yeteneklerini kaybederler. Yaşamda kalabilmenin tek yolu kalır ki o da çoğalma dır. İşte bu yüzden oksijenli solunumu yapamıyan hücreler hozla çoğalarak organizmanın şlümüne sebep olurlar.

Şlte bu yüzden bu kurumanın dolayisiyle çoğalmanın önüne geçmenin tek yolu vücuda yeterince su vermekten geçer.

Bu konudaki araştırmalarımıyın sonucunu Kanser bir hastalık değildir. Kanser bir kirlenme ve kurumadır. Kuruyan her canlı öldürü adlı kitabımızda topladık. Yakında yayınlanacak olan kitabımızı merak edenler bize yazabilirler.

5. Aralık 2011

Yücel Aydemir

Değerli Okurlar.

Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabında başlattığımız araştırmaların sonucunda geldiğimiz npkta şudur. Doğada hastalık yoktur, sağlık vardır. Sağlıklı yaşam canlıların en doğal durumudur. Hastalık bu doğal durumdan uzaklaşmadır. Asıl soru şudur, bu doğal durumdan nasıl uzaklaşılır? yani bugünkü dil ile nasıl hasta olunur. İnsanı hasta eden yedikleridir. Bu yüzden eski bilgeler demişler ki, can boğazdan gelir ve gene boğazdan gider. Biz bunların ne demek istediklerini pek anlayamamışız.

Bizi hasta eden iki unsur var. Birincisi aşırı yeme, ikincisi ise çevre kirliliği. Çevre kirliliği derken aşırı derecede radyasyonu kastediyoruz. Radyasyon yayan cihazlar ise, evdeki telsiz telefonlar kablosuz internet (Wayeres) cep telefonları ve onların baz istasyonlarıdır. Bunlar en çok da çocukların gelişmelerini çok tehlikeli bir şekilde etkilerler.

Herkeste şöyle bir düşünce var. Ne yapalım çağımızın gereği. Onsuz da olmuyor ki. Yada ona da lışmak gerekir. Özellikle evinin yakınında baz istasyonu olan ya da evinde kablosuz telefon ve interneti olanlar çocuklarının gözlerinin altından çok kolay tehlikeyi görebilirler. O radyasyona mağruz kalan çocukların gözlerinin altı hep şişkindir, hep mordur ve su toplamıştır. Bu çocuklar sürekli yorgundurlar. Ne uykuları uykudur onların, ne yedikleri işe yarar ne de içtikleri.

Yemek insanı hasta eder derken de, hemen herkesin dilinde dolaşan bir söylem var; sağlıklı beslenme. Peki sağlıklı beslenme derken, hemen herkes işte bol yemeyi, organik yemeyi ama hep yemeyi anlar. Oysa biz sağlıklı beslenmeden önce az yemeyi kast ediyoruz. Ne yediğinizin tabiki önemi var. Ama asıl önemli olan ne kadar yediğinizdir. Kanserin tek sebebi aşırı yeme ve heleki, hiçbir besin değeri olmayan ffood yiyecekleridir. Bunlara Restoranlar dahildir.

İşte araştırmalarımızın geldiği nokta budur. Kanser aşırı yemeden ortaya çıkan özellikle vücut suyunun kirlenmesi, buna vücut asidinin artması denmektedir, ve buna bağlı olarak vücut suyunun kurumasıdır. Kuruyan her canlı ölür kanser bu yüzden öldrür. Yeterince su içen ve güzel tuz yiyen hiçkimse ne kanser olur ne de kanserden ölür. Bi<e hep söylendiği gibi kanserli hücre genetiği bozulmuş hücre değildir. Bu bir tezdir, ve bunun bir tez olduğunu hemen çoğumuz bilmeyiz. Ama herkes bu mutlak bir doğruymuş gibi dilinde dolandırır.

Duyanlar duymayanlara söylesin kanser hücresi genetiği bozulmuş hücredir sözü bir yüzyıldır ispatlanmamış bir tezdir. Ve bugünkü bütün kanser tedavileri bu ispatlanmamış tez üzerine kurulmuştıur. Tez yanlış olduğu için tedaviler de hiçbir başarıya ulaşmaz.

Bizim araştırmalarımızın geldiği sonuç şudur. Kanserli hücre oksijenli solunumu yapamıyan hücredir. Bu hücreler oksijenli solunumu yapamadıkları için bir organ hücresi olarak görevlerini yerine getiremez. Şekerin Fermentasyonu ile yaşam enerjisi üretirler. Yeterince enerjileri olmayan bu hücreler yaşamın ilk ve en önemli mekanizmasına tutunarak yaşamda kalmaya çalışırlar. Yaşamın ilk ve en önemli motoru üreyerek çoğalmadır. Bu yüzden organizmanın dışına itilen bu hücreler çoğalarak timör oluştururlar.

Bie hücre neden oksijenli solunum yapamaz. Çünki oksijen yoktur ortamda o yüzden. Oksijen olmayan yerde oksidayon olmaz. Ortama yani hücreye oksijeni getiren sudur, ve suyu hücreye taşıyan tuzdur. İşte bu yüzden diyoruz ki uzun sğreli vücutta su ve tuz kıtlığı, vücutta aşırı kirlenmeya, yani asitlenmeye yol açar. Oksijenin hücreye ulaşmasını engeller. Ve çaresiz kalan hücreler ortamda oksijen olmadığı için gerekli olan yaşam enerjilerini üretemezler. Yeterince enerji üretemeyen hücreler de bir organ hücresi olma yeteneklerini kaybederler. Yaşamda kalabilmenin tek yolu kalır ki o da çoğalma dır. İşte bu yüzden oksijenli solunumu yapamıyan hücreler hozla çoğalarak organizmanın şlümüne sebep olurlar.

Şlte bu yüzden bu kurumanın dolayisiyle çoğalmanın önüne geçmenin tek yolu vücuda yeterince su vermekten geçer.

Bu konudaki araştırmalarımıyın sonucunu Kanser bir hastalık değildir. Kanser bir kirlenme ve kurumadır. Kuruyan her canlı öldürü adlı kitabımızda topladık. Yakında yayınlanacak olan kitabımızı merak edenler bize yazabilirler.

 

5. Aralık 2011

 

Yücel Aydemir

 

Aman ne yapalım

Bir yanıt yazın