Kitabımı okuyup ta bana sitem ile soran okurlarıma.
1963 Ardahan’ ın küçük bir köyünde doğmuşum. Herkes öyle der ya tamamen doğru. Dünyanın en güzel yeri orası. Zemheriymiş ben dünyaya gelirken. Belki o soğuktur ki, sıcağa ve sıcak insana duyduğum özlem hep kaynar durur içimde. Ardahan Çöl değildir ama çöl insanının karekterini taşır insanı. En azından bende bu böyle. Arkasına saklanılacak bir ağaç yoktur orada. Çocuklar saklanbaç oynarken bile ayanda oynamak zorunda kalırlar. Bu doğanın insanda oluşturduğu karakter ölene kadar izler onu. Bütün oyunlar ortada olr artık.
Tanrıdan başka otorite tanımaz Ardahan’da çocuklar. Belkide asi ruhlu oluşları ordan gelir. Ne doğaya sığarlar, ne sisteme sığarlar, ne de kendilerine. Ata çıplak binmeyi severler Ardahanda Çocuklar, yuralsız, dizginsiz, eğersiz. Yelesinden tutup rüzgar ile bir olmaktır at binmek Ardahan’da. Ata, güzele ve özgürlüğe tutkundur Ardahanlı. Belkide tez ölüşleri ondandır. Korku bilmez, hile bilmez, İstanbul oyunları hiç bilmez. Dünya bir yana güzel biryanadır Ardahan’lıya. Ama gene de ne dünyada ne de güzelde kalır gözü.
İşte böyle bir dünyaya açmışım gözümü. Saklambaç oynadım ayanda, at sürdüm aylı aysız gecelerinde dağların, yuralsız. Sonra gün geldi okul açıldı. Ne olduğunu bilmeden, üstelik de yaşım da tutmadan, en büyük heyecanla kapısını dövmüşüm okulun. Heyecanım çok olsa gerek ki öğretmenim kıramamş beni ve birdaha geri göndermemiş. İşte o günden beri okurum. Elime ne geçse okurum. Reklam panolarına kadar okurum. Önümden bir araba geçse plakasını okurum. Bir tutkudur bende okumak. En sevdiğim kitap, Sefiller dir Viktor Hugo’dan. En sevdiğim Şair Homeros’tur. Sonra Yaşar Kemal gelir. Homeros gibi yazar. Ne deli hoyrat yazar. Ne garipki türk cahili (aydnı) köylü yazarı ilan etti bir ara.
İlk okulu, kışın karın ve kargaların çok olduğu köyümde bitirdim. Ortaokul ve Liseyi İzmir’in Tire ilçesinde yatılı öğrenci olrak okudum. Tire güzeldi. Doğa harikaydı ama, tireli Ardahan’dan da soğuktu. Hele bazı hocalarımız vardı, ve bunlara kim diploma verip öğretmen etmişti hala daha anlayabilmiş değilim. Hapishaneleri daha çok da tımarhaneleri doldurması gereken adamlara diploma verip öğretmen yapmışlardı. Liseyi ha bitirdim ha bitirecağım derken bir darbe oldu memlekete. Evet tamı tamına darbe oldu. Hapishaneler doldu ama, bir yanlışlık vardı gene bu dünyada. Bizim kaçkınlar hala ortada dolanıyordu. Peki darbe kimeydi o çocuk aklımla anlayamamıştım. Her nedense darbeciler bizim de peşimize düşmüştü. Tanrının çok sevdiği kulu olsam gerek ki, darbeye rağmen darbesiz kurtulduk o karanlık günlerden.
Lise bitmeden sürgüne gönderdiler bizi. Önce Muş’ sonra Ürgüp’ e gönderdiler. Kimi sılah sıktı geceme, kimi at bindi peşimden sürdü. Karaydılar hepsi. Karanlık gecenin karası gibi kara.
Sonra gün oldu ünüversite kapılarına dayandık. Herkes gibi bende memleketi kurtarmadan başladım. Marmara ünüversitesi Siyasal bilimler fakültesine girdim. Ben okulu bitirmeden, belki dört kere adını değiştirdiler. Meğer ne kadar biçime düşkünmüş bizim millet. Bunu hala daha kavrayabilmiş değiliz. Geçen gün Kitap Fuarı için geldiğim İstanbulda, başbakan bilmem kaçtane kışlanın adını değiştirdik diyordu övünerek. Ne zavallı işlerle uğraşıyormuşuz meğersem. İşin aslının özü olduğunu bir türlü kavrayamayacağız.
Ünüversiteyi bitirince hemen askere gittim. Sakıncalıdır diye yazmışlar kütüğüme. Neye ve kime sakıncalıysam. Askerden dönünce Celik Halat adında bir fambrikanın muhasebe servisinde çalıştım dört yıl. O dört yıl bana dörtyüzyıl gibi gelmişti. Ve boğulmadan çekler senetler arasında terkettim Çelik Halatı. Çelik Halat ile birlikte Memleketimi ve memleketimin güzelini bütün güzelliklerini terk ettim.
1992 de gittiğim Almanya’da Sosyoloji ve politika okudum. Sosyolojide mastır yaptım. Aynı ünüversitenin Mimarlık Fakültesinin Sanat Enstitüsü’nde 10 yıl araştırmacı olarak çalıştım.
O yıllarda bir Japon güzeliyle tanıştım. Ressam kendisi. Evliyim iki güzel kızımız var. Biri 12 yaşında ve diğeri altı yaşında. Almanca İngilizce ve japonca bilmekteyim. En çok severek yaptığım iş saz çalmak, en çok özlediğim ise yalın ata binmektir.
Yaşamın Gizemi Su ve Tuz kitabının dışında eşimle birlikte hazırladığım 3 resimli edebiyat kitabım var, yakında yayınlanacak. Üç sanat ve dökümentari filimimiz var. Bunlardan ikisi Almanyada ve Japonyada Uluslararası Film festivallerinde gösterildi. Sanat ve edebiyat çalışmalarının yanında, şu anda yazdığım bir kitap daha var. Kanser bir hastalık değildir.
En çok da gecede yakışır bana hüzün
Baharda sevda yakışır bana
Gülerim, kahkahalar içinde deli hoyrat, yakışır
Öfkem bir deli dibek gibidir, yakışır
Tutuşurken sevdaya Kerem gibiyimdir
Ah demem yanlızca, külüm bile kalmaz geriye, bilirim
Yani sözün kısası
Neyi tutsam ucundan adam ederim
Hereşeyine sevdalıyımdır yaşamın çünkü.
5.12.2011
Yücel Aydemir
Lisya Bicaci, born in Istanbul (1962) and since her 15th lived in three different countries. Since 1992 she is living in the Netherlands, where she finished her four years study at ICN (Instituut Collectie Netherlands) ‘ Conservation and restoration of cultural heritage ‘ as specialist in the field of conservation and restoration of ceramics, glass and stone.
Since 1996, she runs her own restoration workshop where she has worked on many challenging projects. In addition to collectors and antique dealers, she worked also on many important projects for museums as the Rembrandt Museum, Amsterdam Museum, Dordrechts Museum and stedelijk Museum Amsterdam . Since 1999 she works also as a lecturer at the Faculty of Humanities at the University of Amsterdam as lecturer in conservation and restoration of ceramics glass and stone.
The story of her increasing interest in ‘ water and salt ‘ can be followed on a short interview in Turkish