Neden hamilelerin daha fazla tuzlu suya ihtıyacı vardır
Resimde görüldüğü gibi bir bebek tuzlu suyun içerisinde yaşar. Türkcemizde bu suya BAŞSUYU denir. Bu adlandırma tesadüfü değildir. Yaşam için ne temel, en baş su tuzlusudur. Bunu bizden önce gelen bilgeler farketmişler ve adına başsuyu demişlerr. Her nedense türkcedeki bu güzelim sözcük, içeriği bir bilgelik taşıyan bu sözcük hele ki sağlık sistemleri tarafından hiç kullanılmaz. Oysa biz nesneleri birbirinden adlarıyla ayırt ederiz. Eğer bir ad bize birşey söylemiyorsa onun ne ayırdına varırız ne de önemini anlarız. |
Bu sadece o bebeği saklamak için değil aynı zamanda beslemek içindir de. Bu yüzden anne bebeğin büyüklüğüne göre sürekli bu suyu değiştirmek zorundadır. Bu genel olarak bilinen olaydır. Özellikle bebek beş aylık olduktan sonra hemen her iki günde bir bu suyu değiştirmek zorundadır. Eğer değiştiremez ise bebek ana rahminde zehirlenir.
Bilinmeyen ise şudur. Eğer anne yeterince su içmez ve tuz yemez ise, bu suyu nereden alıp bebeğin yaşaması için hazırlayacaktır. Bu çok basit bir mantıki sonuçtur ki anne içerek alır. Eğer anne bunu bilmez yada su yerine başka şeyler içerse ne olur. Bu kez bebek bunu annenin vücudundan çeker. Nasıl çeker, annenin kaslarını kemiklerini çözerek.
İşte bu yüzden hamilelikle birlikte ortaya çıkan ve her sonraki hamilelikte daha da büyüyen sağlık sorunları şunlardır
1. Baş dönmesi, mide bulantısı, baş ağrısı, migren.
2. Bel ağrısı.
3. Diş kanamaları
4. Saç dökülmesi
5. Kemik ağrıları, romatizma, kemik erimesi
6. Yüksek tansiyon
7. Şeker
Bu rahatsızlıklar ikinci doğumdan sonra kalıcı olamaya başlar.Kadınlarda erkeklere göre 3 kat daha kemik erimesi görülmesinin asıl sebebi budur.
Aslında bu doğada annenin isteğine bırakılmamıştır. Bu yüzden otomatik olarak hamile kalan insanların iştahı açılır. Özellikle sebze ve meyveye, turşuya zeytine düşkünlük başlar. Bu aslında hamilelikle devreye giren bebeğin beslenme mekanizmalarıdır.
Doğada bu konuda hiçbir hayvan yanlış yapmaz, ancak modern toplumların çok basit bir çıkmazı vardır. O çıkmaz ise bilgidir. Bilgi ise yüklüdür. Daha doğru bir deyimle kirlidir. Modern toplumların gelişmesinden bu yana, hemen her bilgi ya pazar yaratmak amacıyla, ya da var olan pazarı korumak ve genişletmek amacıyla yapılır. Tabiki bu bilgi üretimi gittikce karmaşıklaşıp kompleks hale gelince, artık bu bilgiyi ne kontrol etme olanağımız ne de doğrulama olanağımız kalmıştır. Bu bilgi karmaşasında çoğumuzun tuttuğu bir yol vardır. Bu yol ise, ya toplumsal olarak uzmanlaştırdığımız kişilerin bilgisine sığınmak ya da inandığımız, güvendiğimiz birisine sormak. Bu konuda ikisinin bilgisinin, sadece yargılardan oluştuğu hiç aklımıza gelmez. Yargılar ise o kişilerin doğruları ve yanlışlarıyla sınırlıdır.
Halbuki bu konuda yolumuzu bulmak için en önemli ölçü aracı vücudumuzun kendisidir. Hamile iken insanın canı birşeyleri daha çok çekmesi boşuna değildir. Bu yüzden vücudumuzu doğru anlamamız bize en bilge yoldur. Dikkat etmemiz gereken en önemli şey ise vücudumuzun işteğini yerine getirirken yanlış nesnelerden uzak durmamız gerekir. Bunu nasıl yaparız? Bu da aslında oldukça basittir. Canınınz içmek istiyorsa sadece su içeceksiniz, en doğalından. Doğa ne çayı ne colayı tanır. Siz işmek istediğiniz zaman su yerine bunları işerseniz yanlışınız gene büyür.
Canınız yemek istiyorsa gene en doğalını yemeniz gerekir. Bunun yerine ekonominiz yetiyor diye her akşam restoranlarda tıka basa yerseniz gene yanlış yapmış olursunuz.
Bayanların periyot dinemlerinde düştüğü sağlık sorunlarının sebebi de aynıdır. Vücut bebek için hazırladığı suyu, anne hamile kalmayınca dışarı atar. Bu atılanın yerine yenisini hazırlamak zorundadır. Bu yüzden gene benzeri sıkıntılar artar. Var olan sorunlar ise ağırlaşır.
Bu kişilere önerimiz tuzlu su kürünü özellikle hamilelerde olduğu gibi, periyot dönemi başlamadan birkaç gün önce attırmaktır.
Bugün genö bayanların hamile kalamamasının, düşük ve ölü doğumların birinci sebebi, annenin yeterince baş suyu ğeretememeleridir. İkinci sebebi ise yüksek derecede iyonise (cep telefonları ve kablosoz telefonlarınü baz istasyonlarının) radyasyona tabi kalmalarıdır.
Yeterince baş suyu üretemeyen anneler çocuklarını erken dünyaya getirmek zorunda kalmaktadırlar. Bu çocukların hemen hepsi sezeryan ile alınmaktadır. Sezeryan ile dünyaya gelen çocuklar anne sütü de alamadıkları için hazır mama ile beslenmekteler. Bütün bu olumsuz yaşam koşulları bu çocukların çocuk yaşlarda alerjik hastalıklarla astıma ve diğer ağır hastalıklara düşmelerine sebep olmaktadır.
Yücel Aydemir