5. Baskıya Ek

5. Baskıya Ek
Değerli okurlar, beşinci baskıya giderken, kitabımızın ilk yayınından bu yana
ortaya çıkan soru ve eleştirilere, beşinci  baskıda yanıt bulmaya çalışacağız. Size
zaman yetmezliğinden yakınmayacağım. Bize gelen her soruya yanıt vermeye
çalışıyoruz. Ancak ulaştığımız kişiler çoğaldıkça, yanıt vermek zorunda
kaldığımız kişiler de çoğalmaktadır. Bu yüzden herkese yetişmemizin gittikçe
olanaksızlaştığı bir devrede, yanıtları gene kitapta genelleştirmek zorunda
kaldık.
Şu ana kadar karşılaştığımız üç sorun var.
En büyük sorun toplumsallaşma sürecinde edindiğimiz değer yargı sisteminden
kaynaklanmaktadır.  Kimileri diyor ki; Yücel Bey, su ve tuz ne kadar bilimsel?
Tabi ki bu soru bugün dünya toplumuna egemen kılınan, sözüm ona modern
bilimin çemberinden kendini kurtaramayan çevrelerden gelmektedir. Beşinci
baskıya giderken yeni bir bölümü bu konuya  ayırdık. Bu bölümde:
• Bilim nedir?Bilimsel metot nedir?
• TIP da bilim nasıl yapılır?
• TIP tedavilerinin bilimsel yanı nedir?
• Su ve tuz gerçeği ne kadar bilimseldir?
• Bilimde hedef nedir?
• Bilim yapanların (bilim insanının) toplumsal kaygısı nedir? Bilimsel
hedefi nedir?
• Hasta ile bilimin hedefleri arasında nasıl bir çatışma vardır? Bu
çatışma bizim tedavimize nasıl yansır? İyileşmemizi nasıl etkiler?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarını arayacağız.
Bu soruları uzatmak mümkün. Ancak biz sadece gerekli olan kadarını ele
alacağız. Daha şimdiden şunu söyleyebiliriz ki; „Nefes almak her canlı için
yaşamsaldır“ sözü ne kadar bilimsel ise, „susuz ve tuzsuz, ne bir canlı var olabilir

(en azından bu dünya da görülmemiş, belki başka alemlerde olabilir), ne de uzun
süre bir canlının sağlıklı şekilde yaşamını sürdürmesi mümkündür“, sözü de o
kadar bilimseldir. Bu sözü bilmek değil, kavramak gerekir. Kavramaya da ancak
bilgi toplamakla değil, bilgileri sentezleyerek, aklın süzgecinden geçirerek,
onları yeniden yorumlayarak ulaşabiliriz. Önemli olan bir bilginin varlığına
sahip olmak değil, o bilgiyle düşünmeyi becerebilmektir. Kişinin başkalarına
olan inancı ne kadar büyürse, o kadar kendi özgür düşüncesini ve buna bağlı
olarak da özgür iradesini kaybeder.
Daha çok başkalarına ya da başka meslek gruplarına, sadece toplumsal
pozisyonlarından dolayı inançlarını çoğaltanlar, su ve tuzun bilimselliğine
şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Suyun ve tuzun bilimselliğini anlayabilmek için,
öyle sanıldığı gibi büyük araştırmalara gerek yoktur. Bunun en güzel ispatı, tatile
giderken çiçeklerimizi kurumasın diye komşuya emanet etmemizdir ki suyunu
versin. Ama iş kendi kurumamıza gelince, onun çözümünü de başkalarına teslim
ederiz. Birileri de hep bizim ilaçla kurumamızı önlemeye çalışır. Bugün birçok
insana kanını sulandırsın diye ilaç verilmektedir. Şöyle bir düşünün! Bir nesneyi
sulandırmak için acaba sudan başka neye ihtiyaç duyulur? Bu sorunun en doğru
yanıtı da “Su’dan başka hiç bir şeye ihtiyaç duyulmazdan başka bir yanıtı yoktur.
Bunu çocuklar bile bilir. Ancak dünyayı öyle bir hale getirmişler ki, kendileri
dahil bu garip işe herkesi inandırdılar. Her türlü bilimsellik bir yana, bu basit
soru ve yanıtı bize, toplumsal olarak nasıl bir açmazın içinde olduğumuzu
gösterir. Evet kanı sulandırmak için sudan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur bir
insanın. Bu cümleyi kavradığınız andan itibaren bütün kan sulandırıcılarınızı hiç
korkmadan çekinmeden su ile değiştirebilirsiniz. Yalnızca su ile. Onun için bu
bölümde korkmadan kan sulandırıcılarımızı su ile değiştirmemizin gereklerini
anlatacağız.

İkinci sorun ise, tuzlu su kürü kullanımından ortaya çıkan sorunlardır. Kullanmada
ortaya çıkan en büyük sorun gene modern bilimin topluma dayattığı, bir hap ile
bütün sorunları çözme mantığıdır. Bu yüzden insanlarımız su ve tuzu şimdiye
kadar kullandıkları haplar gibi düşünerek, içtikleri anda ağrılarının bitmesi
gerektiğini bekliyorlar. Buna en fazla da üç gün sabır gösteriyorlar. Eğer üç
gün içerisinde etkisini görmezlerse hüsrana uğramışlar gibi terk ediyorlar. Böyle
bir çözüm Gökkuşağı’nın altından geçmeye benzer. Gök kuşağının altından
daha kimse geçemedi. Su ve tuzda da gök kuşağının altından geçmek gibi bir
sihirbazlık yapılmıyor. Sadece yıllarca süren kurumanın ve onun yıllarca yaptığı
tahribatın bir günde iyileştirilemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Herkes
tedavi eder. Su ve tuz iyileştirir. Tedavi etmek iyileştirmek değildir. Tedavi
etmek hastalık belirtilerini baskı altına almak demektir. Su ve tuz ile iyileşmek
için sadece sabırla ve sistemli bir şekilde uygulamak gerekir.
İkinci bölümü de bu bilinç ve sabrı gösteremeyenlere ayırdık. Ayrıca tuzlu su
kürü diye önerdiğimiz su kürünü uygulamada yapılan yanlışları düzeltmeye
ayıracağız. Aslında tuzlu su kürü  uygulamasında büyük bir yanlış yapılmıyor.
Yanlış sadece şimdiye kadar ki çözüm önerilerinin kullanma biçimleriyle kıyas
yapıldığı zaman, düşünce aşamasında, anlama aşamasında yapılıyor. Tuz yemek, ya da tuzlu su içmek salata yemek gibi bir şeydir. Zorla olmadığı sürece, doğal akışta hiç kimse büyük bir yanlış yapmaz. Hep anlayarak yapmaya çalıştığımız için ve anladıklarımızı eski bildiklerimizle sardığımız için yanlış yapmaktayız.  Asıl önemli olanın, ne kadar suya ne kadar tuz katmamız gerektiği değil, her şeyden önce vücudumuzun dilini anlamamızdır. Örneğin kemoterapi alan bir insana hiçbir şey yediremezsiniz. Su bile içmekte zorlanır. Neden? Çünkü vücut şunu kavramıştır; Dışarıdan giren her şey zehir. Bu zehri durdurmanın tek yolu, dışarıya açık olan yolları kapatmaktır. Bu insanların yakınları bana yakınarak diyorlar ki,” ama içmiyor Yücel Bey, hiç bir şey içmiyor”. Neden içsin ki? Vücut düşünüyor, dışarıdan insan vücuduna alınan zehir niteliğinde. İnsan kendine bukadar düşman olabilir mi?
Eğer biz vücudumuzu değil de, bize bu ilaçları diretenleri dinlersek, sonuçta bu
ilaçlara umudumuzu bağlayarak, bir mum gibi yavaş yavaş değil, birden söneriz.
Burada bilmemiz gereken vücudumuzun dilini nasıl anlayıp yorumlamamızdır.
Aslında bunu öğrenmek için özel bir çabaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yabancı
bir dil öğrenmiyoruz. Sadece bilmemiz gereken şu: Vücudun dili ağrıdır. Ağrı
olan yerde bir şeyler ters gidiyor demektir. Acaba bu ters giden ne? Burada
ters olabilecek iki şey var: Birincisi çevre koşulları yaşama elverişli değildir.

Bu elverişsiz olanın ne olduğunu anlamaya ve değiştirmeye çalışmak gerekir.
İkincisi ise yaşamak için gerekli olan maddeleri alırken, ya eksik ya da yanlış
aldığımızı kavramamız gerekir. Bunlar su, tuz, oksijen ve gün ışığıdır.
Eğer biz bu kadar basit bir sesi anlamakta güçlük çekiyorsak, önce o eski bilgi diye bildiğiniz toplumsal karmaşadan, daha doğrusu kirlenmeden arınmanız gerekir.
Bu toplumsal karmaşanın ya da kirlenmenin adını koyacağız ve bu kirlenmeden
arınmanın yollarını bulmaya çalışacağız. Çünkü çoğumuzun bilimsel gerçekler
diye sarıldığımız bu değerlerin, bir toplumsal kirlenme olduğunu kavramadan
bu çemberden kurtulmanın yolu yoktur.

Üçüncü olarak da hangi Himalaya tuzu? sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Çünkü bu tuzun ekonomik sırrını kavrayan tüccar, sağlık gücünü kavrayanlardan çok daha hızlı çıktı. Ancak işe tüccar zihniyetiyle sarıldıkları için, ortalığı yalan yanlış Himalaya tuzlarıyla doldurdular. Himalaya tuzu deyince herkes zannetti ki bir çeşit Himalaya tuzu var. Oysa neredeyse Dünya’daki insan çeşidi kadar, Himalaya tuzunun da çeşidi var. Hani bir kere kimyacı dedi ya: “Tuz sodyum klorürdür ve nereye gidersen git sodyum klorür hep aynıdır”. Bu yanlış inanış tuzların çeşitliliğine de yansıdı. Peki hangi tuz?
Eskiden ticareti peygamberler yapardı. Şimdi ise ticaret şeytanlık yapmakla
eş değerde olmaya başladı. Yoksa tuzu boyayarak Himalaya tuzu diye satmak
hiçbir insanın aklına gelmezdi. Evet yanlış duymadınız, şu anda piyasaya
boyanmış tuzlar dahil bir yığın yalan yanlış Himalaya tuzlarıyla dolduruldu.

İşte bu bölümde bu kirli karmaşada nasıl yolumuzu bulacağımızı araştırmaya
çalışacağız. Bunun için gidip Pakistan’da özel araştırmalar, gözlemler yaptık.
Bu konuyla ilgili filmleri sitemizden inceleyebilirsiniz. Bu kadar çeşitlilikte her
Pakistan’dan gelen tuz iyimi dir? Bu sorunun yanıtını vermeye çalışacağız.

Bir su verir misin bana
Sönmesin ışığı  gözlerimin
Bir su verir misin bana
dinmesin aşkı yüreğimin
Bir su verir misin bana
Kaybolmasın ışığı gözlerimin
Kaybolmasın dudaklarımdaki gülümseme
Kaybolmasın barışı özgürlüğümün
Bir su verir misin bana
Ben seninle güzelim ancak
Sen de benimle
Ve ben sevdikçe güzelleşirim

Yanlış putların peşinde mecal tüketmek
Doğada canlılar yaşamları için gerekli bütün bilgiyle doğarlar. Sadece insan
öğrenmek diye garip bir çabanın içine düşmüştür. Çünkü, kendi doğasına ters
düşen tek canlıdır insan. Her geçen gün bilimsel gelişme diye doğamızdan
uzaklaşmaktayız. Yalnızca kendimizi mi doğamızdan uzaklaştırmaktayız!
Bir domatesin sadece bugün rengi domates kaldı. Bizim bilgi diye ulaşmaya
çalıştıklarımız, ya aslımızdan uzaklaşmak için toplumsal uyduruklarımız, ya da
bize unutturulan şeyleri, yeniden keşfetmemizden başka bir şey değildir. Yoksa
bilim ve teknik bu kadar gelişirken, en basit baş ağrısının bile sebebinin bilim
tarafından bilinmemesi gülünç geliyor insana. Dün çaresizlik geliyordu ama
bugün artık gülünç geliyor.

Bizi iyileştiren sadece ve sadece bizim kendi vücudumuzun iyileştirme mekanizmalarıdır. Her ne dertten hastahaneye düşersek düşelim, bize ilk şırınga ettikleri bir tuzlu sudur. Bu sırrı kimseye vermezler. Üstelik bu tuzlu su doğal tuzla yapılmış bir su da değildir. İşte bizim önerdiğimiz budur. Doğayı kendi haline bıraktığınız sürece, doğada hastalık diye bir kavram yoktur. Sadece yaşlanma vardır. Yaşlanma ise vücut suyunun kuruması ve kirlenmesinden başka bir şey değildir. Hastalık kurumayla gelir. Kurumayı durdurmanın yolu sadece su vermekle (içmekle) olur. Bunun aksine
hareket edenler sadece kendilerini kandırarak kurumalarını hızlandırırlar.
Çünkü vücuda dışarıdan alınan ve doğal olmayan her nesne, vücutta agresif
bir etki yapar. Canlının dışarıdan gelen bütün uyarıcılara karşı tek bir savunma
aracı vardır, o da sudur. Dışarıdan aldığımız insan doğasına ters düşen her şeye
karşı, vücut sadece ve sadece suyla mücadele eder. Bu da insanın kurumasını
hızlandırır. TIP’ bın kronik hastalıklar diye bellediği bütün hastalıklar, işte bu yaşlanmasüreciyle ortaya çıkan hastalıklardır. TIP bütün hayretiyle, bu kronik hastalıkların ne sebebini, ne de iyileştirme yolunu bildiğini açıklar. Artık TIP’ bın hayrete düşerek bu kronik hastalıkların sebebini ve çözümünü bilmeyişine şaşmıyoruz. Çünkü aranmayan bir şey bulunmaz. TIP dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman vücudumuzda suyun eksik olup olmadığına bakmaz. Bakmadığınız bir şeyi görmemenizde şaşılacak bir şey yoktur. Aramadığınız nesneyi de bulamazsınız. İşte bu yüzden bu oyuna artık yeniden başlamak zorundayız.

Tümünü Okumak için Yaşamın Gizemi Su ve Tuz 5. baskıya bakınız.5. Baskıya Ek
Değerli okurlar, beşinci baskıya giderken, kitabımızın ilk yayınından bu yana
ortaya çıkan soru ve eleştirilere, beşinci  baskıda yanıt bulmaya çalışacağız. Size
zaman yetmezliğinden yakınmayacağım. Bize gelen her soruya yanıt vermeye
çalışıyoruz. Ancak ulaştığımız kişiler çoğaldıkça, yanıt vermek zorunda
kaldığımız kişiler de çoğalmaktadır. Bu yüzden herkese yetişmemizin gittikçe
olanaksızlaştığı bir devrede, yanıtları gene kitapta genelleştirmek zorunda
kaldık.
Şu ana kadar karşılaştığımız üç sorun var.
En büyük sorun toplumsallaşma sürecinde edindiğimiz değer yargı sisteminden
kaynaklanmaktadır.  Kimileri diyor ki; Yücel Bey, su ve tuz ne kadar bilimsel?
Tabi ki bu soru bugün dünya toplumuna egemen kılınan, sözüm ona modern
bilimin çemberinden kendini kurtaramayan çevrelerden gelmektedir. Beşinci
baskıya giderken yeni bir bölümü bu konuya  ayırdık. Bu bölümde:
• Bilim nedir?Bilimsel metot nedir?
• TIP da bilim nasıl yapılır?
• TIP tedavilerinin bilimsel yanı nedir?
• Su ve tuz gerçeği ne kadar bilimseldir?
• Bilimde hedef nedir?
• Bilim yapanların (bilim insanının) toplumsal kaygısı nedir? Bilimsel
hedefi nedir?
• Hasta ile bilimin hedefleri arasında nasıl bir çatışma vardır? Bu
çatışma bizim tedavimize nasıl yansır? İyileşmemizi nasıl etkiler?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarını arayacağız.
Bu soruları uzatmak mümkün. Ancak biz sadece gerekli olan kadarını ele
alacağız. Daha şimdiden şunu söyleyebiliriz ki; „Nefes almak her canlı için
yaşamsaldır“ sözü ne kadar bilimsel ise, „susuz ve tuzsuz, ne bir canlı var olabilir

(en azından bu dünya da görülmemiş, belki başka alemlerde olabilir), ne de uzun
süre bir canlının sağlıklı şekilde yaşamını sürdürmesi mümkündür“, sözü de o
kadar bilimseldir. Bu sözü bilmek değil, kavramak gerekir. Kavramaya da ancak
bilgi toplamakla değil, bilgileri sentezleyerek, aklın süzgecinden geçirerek,
onları yeniden yorumlayarak ulaşabiliriz. Önemli olan bir bilginin varlığına
sahip olmak değil, o bilgiyle düşünmeyi becerebilmektir. Kişinin başkalarına
olan inancı ne kadar büyürse, o kadar kendi özgür düşüncesini ve buna bağlı
olarak da özgür iradesini kaybeder.
Daha çok başkalarına ya da başka meslek gruplarına, sadece toplumsal
pozisyonlarından dolayı inançlarını çoğaltanlar, su ve tuzun bilimselliğine
şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Suyun ve tuzun bilimselliğini anlayabilmek için,
öyle sanıldığı gibi büyük araştırmalara gerek yoktur. Bunun en güzel ispatı, tatile
giderken çiçeklerimizi kurumasın diye komşuya emanet etmemizdir ki suyunu
versin. Ama iş kendi kurumamıza gelince, onun çözümünü de başkalarına teslim
ederiz. Birileri de hep bizim ilaçla kurumamızı önlemeye çalışır. Bugün birçok
insana kanını sulandırsın diye ilaç verilmektedir. Şöyle bir düşünün! Bir nesneyi
sulandırmak için acaba sudan başka neye ihtiyaç duyulur? Bu sorunun en doğru
yanıtı da “Su’dan başka hiç bir şeye ihtiyaç duyulmazdan başka bir yanıtı yoktur.
Bunu çocuklar bile bilir. Ancak dünyayı öyle bir hale getirmişler ki, kendileri
dahil bu garip işe herkesi inandırdılar. Her türlü bilimsellik bir yana, bu basit
soru ve yanıtı bize, toplumsal olarak nasıl bir açmazın içinde olduğumuzu
gösterir. Evet kanı sulandırmak için sudan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur bir
insanın. Bu cümleyi kavradığınız andan itibaren bütün kan sulandırıcılarınızı hiç
korkmadan çekinmeden su ile değiştirebilirsiniz. Yalnızca su ile. Onun için bu
bölümde korkmadan kan sulandırıcılarımızı su ile değiştirmemizin gereklerini
anlatacağız.

İkinci sorun ise, tuzlu su kürü kullanımından ortaya çıkan sorunlardır. Kullanmada
ortaya çıkan en büyük sorun gene modern bilimin topluma dayattığı, bir hap ile
bütün sorunları çözme mantığıdır. Bu yüzden insanlarımız su ve tuzu şimdiye
kadar kullandıkları haplar gibi düşünerek, içtikleri anda ağrılarının bitmesi
gerektiğini bekliyorlar. Buna en fazla da üç gün sabır gösteriyorlar. Eğer üç
gün içerisinde etkisini görmezlerse hüsrana uğramışlar gibi terk ediyorlar. Böyle
bir çözüm Gökkuşağı’nın altından geçmeye benzer. Gök kuşağının altından
daha kimse geçemedi. Su ve tuzda da gök kuşağının altından geçmek gibi bir
sihirbazlık yapılmıyor. Sadece yıllarca süren kurumanın ve onun yıllarca yaptığı
tahribatın bir günde iyileştirilemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Herkes
tedavi eder. Su ve tuz iyileştirir. Tedavi etmek iyileştirmek değildir. Tedavi
etmek hastalık belirtilerini baskı altına almak demektir. Su ve tuz ile iyileşmek
için sadece sabırla ve sistemli bir şekilde uygulamak gerekir.
İkinci bölümü de bu bilinç ve sabrı gösteremeyenlere ayırdık. Ayrıca tuzlu su
kürü diye önerdiğimiz su kürünü uygulamada yapılan yanlışları düzeltmeye
ayıracağız. Aslında tuzlu su kürü  uygulamasında büyük bir yanlış yapılmıyor.
Yanlış sadece şimdiye kadar ki çözüm önerilerinin kullanma biçimleriyle kıyas
yapıldığı zaman, düşünce aşamasında, anlama aşamasında yapılıyor. Tuz yemek,
ya da tuzlu su içmek salata yemek gibi bir şeydir. Zorla olmadığı sürece, doğal
akışta hiç kimse büyük bir yanlış yapmaz. Hep anlayarak yapmaya çalıştığımız
için ve anladıklarımızı eski bildiklerimizle sardığımız için yanlış yapmaktayız.
Asıl önemli olanın, ne kadar suya ne kadar tuz katmamız gerektiği değil, her
şeyden önce vücudumuzun dilini anlamamızdır. Örneğin kemoterapi alan bir
insana hiçbir şey yediremezsiniz. Su bile içmekte zorlanır. Neden? Çünkü vücut
şunu kavramıştır; Dışarıdan giren her şey zehir. Bu zehri durdurmanın tek yolu,
dışarıya açık olan yolları kapatmaktır. Bu insanların yakınları bana yakınarak
diyorlar ki,” ama içmiyor Yücel Bey, hiç bir şey içmiyor”. Neden içsin ki? Vücut
düşünüyor, dışarıdan insan vücuduna alınan zehir niteliğinde. İnsan kendine bu
kadar düşman olabilir mi?
Eğer biz vücudumuzu değil de, bize bu ilaçları diretenleri dinlersek, sonuçta bu
ilaçlara umudumuzu bağlayarak, bir mum gibi yavaş yavaş değil, birden söneriz.
Burada bilmemiz gereken vücudumuzun dilini nasıl anlayıp yorumlamamızdır.
Aslında bunu öğrenmek için özel bir çabaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yabancı
bir dil öğrenmiyoruz. Sadece bilmemiz gereken şu: Vücudun dili ağrıdır. Ağrı
olan yerde bir şeyler ters gidiyor demektir. Acaba bu ters giden ne? Burada
ters olabilecek iki şey var: Birincisi çevre koşulları yaşama elverişli değildir.

Bu elverişsiz olanın ne olduğunu anlamaya ve değiştirmeye çalışmak gerekir.
İkincisi ise yaşamak için gerekli olan maddeleri alırken, ya eksik ya da yanlış
aldığımızı kavramamız gerekir. Bunlar su, tuz, oksijen ve gün ışığıdır.
Eğer biz bu kadar basit bir sesi anlamakta güçlük çekiyorsak, önce o eski bilgi diye
bildiğiniz toplumsal karmaşadan, daha doğrusu kirlenmeden arınmanız gerekir.
Bu toplumsal karmaşanın ya da kirlenmenin adını koyacağız ve bu kirlenmeden
arınmanın yollarını bulmaya çalışacağız. Çünkü çoğumuzun bilimsel gerçekler
diye sarıldığımız bu değerlerin, bir toplumsal kirlenme olduğunu kavramadan
bu çemberden kurtulmanın yolu yoktur.
Üçüncü olarak da hangi Himalaya tuzu? sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Çünkü bu tuzun ekonomik sırrını kavrayan tüccar, sağlık gücünü kavrayanlardan
çok daha hızlı çıktı. Ancak işe tüccar zihniyetiyle sarıldıkları için, ortalığı yalan
yanlış Himalaya tuzlarıyla doldurdular. Himalaya tuzu deyince herkes zannetti
ki bir çeşit Himalaya tuzu var. Oysa neredeyse Dünya’daki insan çeşidi kadar,
Himalaya tuzunun da çeşidi var. Hani bir kere kimyacı dedi ya: “Tuz sodyum
klorürdür ve nereye gidersen git sodyum klorür hep aynıdır”. Bu yanlış inanış
tuzların çeşitliliğine de yansıdı. Peki hangi tuz?
Eskiden ticareti peygamberler yapardı. Şimdi ise ticaret şeytanlık yapmakla
eş değerde olmaya başladı. Yoksa tuzu boyayarak Himalaya tuzu diye satmak
hiçbir insanın aklına gelmezdi. Evet yanlış duymadınız, şu anda piyasaya
boyanmış tuzlar dahil bir yığın yalan yanlış Himalaya tuzlarıyla dolduruldu.
215
İşte bu bölümde bu kirli karmaşada nasıl yolumuzu bulacağımızı araştırmaya
çalışacağız. Bunun için gidip Pakistan’da özel araştırmalar, gözlemler yaptık.
Bu konuyla ilgili filmleri sitemizden inceleyebilirsiniz. Bu kadar çeşitlilikte her
Pakistan’dan gelen tuz iyimi dir? Bu sorunun yanıtını vermeye çalışacağız.
Bir su verir misin bana
Sönmesin ışığı  gözlerimin
Bir su verir misin bana
dinmesin aşkı yüreğimin
Bir su verir misin bana
Kaybolmasın ışığı gözlerimin
Kaybolmasın dudaklarımdaki gülümseme
Kaybolmasın barışı özgürlüğümün
Bir su verir misin bana
Ben seninle güzelim ancak
Sen de benimle
Ve ben sevdikçe güzelleşirim
Yanlış putların peşinde mecal tüketmek
Doğada canlılar yaşamları için gerekli bütün bilgiyle doğarlar. Sadece insan
öğrenmek diye garip bir çabanın içine düşmüştür. Çünkü, kendi doğasına ters
düşen tek canlıdır insan. Her geçen gün bilimsel gelişme diye doğamızdan
uzaklaşmaktayız. Yalnızca kendimizi mi doğamızdan uzaklaştırmaktayız!
Bir domatesin sadece bugün rengi domates kaldı. Bizim bilgi diye ulaşmaya
çalıştıklarımız, ya aslımızdan uzaklaşmak için toplumsal uyduruklarımız, ya da
bize unutturulan şeyleri, yeniden keşfetmemizden başka bir şey değildir. Yoksa
bilim ve teknik bu kadar gelişirken, en basit baş ağrısının bile sebebinin bilim
tarafından bilinmemesi gülünç geliyor insana. Dün çaresizlik geliyordu ama
bugün artık gülünç geliyor. Çünkü biz her gün şahit oluyoruz ki, yeterince tuzlu

sonra herkesin bilmesinde fayda var. Bizi iyileştiren sadece ve sadece bizim
kendi vücudumuzun iyileştirme mekanizmalarıdır. Her ne dertten hastahaneye
düşersek düşelim, bize ilk şırınga ettikleri bir tuzlu sudur. Bu sırrı kimseye vermezler. Üstelik bu tuzlu su doğal tuzla yapılmış bir su da değildir. İşte bizim
önerdiğimiz budur. Doğayı kendi haline bıraktığınız sürece, doğada hastalık
diye bir kavram yoktur. Sadece yaşlanma vardır. Yaşlanma ise vücut suyunun
kuruması ve kirlenmesinden başka bir şey değildir. Hastalık kurumayla gelir.
Kurumayı durdurmanın yolu sadece su vermekle (içmekle) olur. Bunun aksine
hareket edenler sadece kendilerini kandırarak kurumalarını hızlandırırlar.
Çünkü vücuda dışarıdan alınan ve doğal olmayan her nesne, vücutta agresif
bir etki yapar. Canlının dışarıdan gelen bütün uyarıcılara karşı tek bir savunma
aracı vardır, o da sudur. Dışarıdan aldığımız insan doğasına ters düşen her şeye
karşı, vücut sadece ve sadece suyla mücadele eder. Bu da insanın kurumasını
hızlandırır.
TIP’ bın kronik hastalıklar diye bellediği bütün hastalıklar, işte bu yaşlanma
süreciyle ortaya çıkan hastalıklardır. TIP bütün hayretiyle, bu kronik hastalıkların
ne sebebini, ne de iyileştirme yolunu bildiğini açıklar. Artık TIP’ bın hayrete
düşerek bu kronik hastalıkların sebebini ve çözümünü bilmeyişine şaşmıyoruz.
Çünkü aranmayan bir şey bulunmaz. TIP dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman
vücudumuzda suyun eksik olup olmadığına bakmaz. Bakmadığınız bir şeyi
görmemenizde şaşılacak bir şey yoktur. Aramadığınız nesneyi de bulamazsınız.
İşte bu yüzden bu oyuna artık yeniden başlamak zorundayız.

Tümünü Okumak için Yaşamın Gizemi Su ve Tuz 5. baskıya bakınız.5. Baskıya Ek
Değerli okurlar, beşinci baskıya giderken, kitabımızın ilk yayınından bu yana
ortaya çıkan soru ve eleştirilere, beşinci  baskıda yanıt bulmaya çalışacağız. Size
zaman yetmezliğinden yakınmayacağım. Bize gelen her soruya yanıt vermeye
çalışıyoruz. Ancak ulaştığımız kişiler çoğaldıkça, yanıt vermek zorunda
kaldığımız kişiler de çoğalmaktadır. Bu yüzden herkese yetişmemizin gittikçe
olanaksızlaştığı bir devrede, yanıtları gene kitapta genelleştirmek zorunda
kaldık.
Şu ana kadar karşılaştığımız üç sorun var.
En büyük sorun toplumsallaşma sürecinde edindiğimiz değer yargı sisteminden
kaynaklanmaktadır.  Kimileri diyor ki; Yücel Bey, su ve tuz ne kadar bilimsel?
Tabi ki bu soru bugün dünya toplumuna egemen kılınan, sözüm ona modern
bilimin çemberinden kendini kurtaramayan çevrelerden gelmektedir. Beşinci
baskıya giderken yeni bir bölümü bu konuya  ayırdık. Bu bölümde:
• Bilim nedir?Bilimsel metot nedir?
• TIP da bilim nasıl yapılır?
• TIP tedavilerinin bilimsel yanı nedir?
• Su ve tuz gerçeği ne kadar bilimseldir?
• Bilimde hedef nedir?
• Bilim yapanların (bilim insanının) toplumsal kaygısı nedir? Bilimsel
hedefi nedir?
• Hasta ile bilimin hedefleri arasında nasıl bir çatışma vardır? Bu
çatışma bizim tedavimize nasıl yansır? İyileşmemizi nasıl etkiler?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarını arayacağız.
Bu soruları uzatmak mümkün. Ancak biz sadece gerekli olan kadarını ele
alacağız. Daha şimdiden şunu söyleyebiliriz ki; „Nefes almak her canlı için
yaşamsaldır“ sözü ne kadar bilimsel ise, „susuz ve tuzsuz, ne bir canlı var olabilir

(en azından bu dünya da görülmemiş, belki başka alemlerde olabilir), ne de uzun
süre bir canlının sağlıklı şekilde yaşamını sürdürmesi mümkündür“, sözü de o
kadar bilimseldir. Bu sözü bilmek değil, kavramak gerekir. Kavramaya da ancak
bilgi toplamakla değil, bilgileri sentezleyerek, aklın süzgecinden geçirerek,
onları yeniden yorumlayarak ulaşabiliriz. Önemli olan bir bilginin varlığına
sahip olmak değil, o bilgiyle düşünmeyi becerebilmektir. Kişinin başkalarına
olan inancı ne kadar büyürse, o kadar kendi özgür düşüncesini ve buna bağlı
olarak da özgür iradesini kaybeder.
Daha çok başkalarına ya da başka meslek gruplarına, sadece toplumsal
pozisyonlarından dolayı inançlarını çoğaltanlar, su ve tuzun bilimselliğine
şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Suyun ve tuzun bilimselliğini anlayabilmek için,
öyle sanıldığı gibi büyük araştırmalara gerek yoktur. Bunun en güzel ispatı, tatile
giderken çiçeklerimizi kurumasın diye komşuya emanet etmemizdir ki suyunu
versin. Ama iş kendi kurumamıza gelince, onun çözümünü de başkalarına teslim
ederiz. Birileri de hep bizim ilaçla kurumamızı önlemeye çalışır. Bugün birçok
insana kanını sulandırsın diye ilaç verilmektedir. Şöyle bir düşünün! Bir nesneyi
sulandırmak için acaba sudan başka neye ihtiyaç duyulur? Bu sorunun en doğru
yanıtı da “Su’dan başka hiç bir şeye ihtiyaç duyulmazdan başka bir yanıtı yoktur.
Bunu çocuklar bile bilir. Ancak dünyayı öyle bir hale getirmişler ki, kendileri
dahil bu garip işe herkesi inandırdılar. Her türlü bilimsellik bir yana, bu basit
soru ve yanıtı bize, toplumsal olarak nasıl bir açmazın içinde olduğumuzu
gösterir. Evet kanı sulandırmak için sudan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur bir
insanın. Bu cümleyi kavradığınız andan itibaren bütün kan sulandırıcılarınızı hiç
korkmadan çekinmeden su ile değiştirebilirsiniz. Yalnızca su ile. Onun için bu
bölümde korkmadan kan sulandırıcılarımızı su ile değiştirmemizin gereklerini
anlatacağız.

İkinci sorun ise, tuzlu su kürü kullanımından ortaya çıkan sorunlardır. Kullanmada
ortaya çıkan en büyük sorun gene modern bilimin topluma dayattığı, bir hap ile
bütün sorunları çözme mantığıdır. Bu yüzden insanlarımız su ve tuzu şimdiye
kadar kullandıkları haplar gibi düşünerek, içtikleri anda ağrılarının bitmesi
gerektiğini bekliyorlar. Buna en fazla da üç gün sabır gösteriyorlar. Eğer üç
gün içerisinde etkisini görmezlerse hüsrana uğramışlar gibi terk ediyorlar. Böyle
bir çözüm Gökkuşağı’nın altından geçmeye benzer. Gök kuşağının altından
daha kimse geçemedi. Su ve tuzda da gök kuşağının altından geçmek gibi bir
sihirbazlık yapılmıyor. Sadece yıllarca süren kurumanın ve onun yıllarca yaptığı
tahribatın bir günde iyileştirilemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Herkes
tedavi eder. Su ve tuz iyileştirir. Tedavi etmek iyileştirmek değildir. Tedavi
etmek hastalık belirtilerini baskı altına almak demektir. Su ve tuz ile iyileşmek
için sadece sabırla ve sistemli bir şekilde uygulamak gerekir.
İkinci bölümü de bu bilinç ve sabrı gösteremeyenlere ayırdık. Ayrıca tuzlu su
kürü diye önerdiğimiz su kürünü uygulamada yapılan yanlışları düzeltmeye
ayıracağız. Aslında tuzlu su kürü  uygulamasında büyük bir yanlış yapılmıyor.
Yanlış sadece şimdiye kadar ki çözüm önerilerinin kullanma biçimleriyle kıyas
yapıldığı zaman, düşünce aşamasında, anlama aşamasında yapılıyor. Tuz yemek,
ya da tuzlu su içmek salata yemek gibi bir şeydir. Zorla olmadığı sürece, doğal
akışta hiç kimse büyük bir yanlış yapmaz. Hep anlayarak yapmaya çalıştığımız
için ve anladıklarımızı eski bildiklerimizle sardığımız için yanlış yapmaktayız.
Asıl önemli olanın, ne kadar suya ne kadar tuz katmamız gerektiği değil, her
şeyden önce vücudumuzun dilini anlamamızdır. Örneğin kemoterapi alan bir
insana hiçbir şey yediremezsiniz. Su bile içmekte zorlanır. Neden? Çünkü vücut
şunu kavramıştır; Dışarıdan giren her şey zehir. Bu zehri durdurmanın tek yolu,
dışarıya açık olan yolları kapatmaktır. Bu insanların yakınları bana yakınarak
diyorlar ki,” ama içmiyor Yücel Bey, hiç bir şey içmiyor”. Neden içsin ki? Vücut
düşünüyor, dışarıdan insan vücuduna alınan zehir niteliğinde. İnsan kendine bu
kadar düşman olabilir mi?
Eğer biz vücudumuzu değil de, bize bu ilaçları diretenleri dinlersek, sonuçta bu
ilaçlara umudumuzu bağlayarak, bir mum gibi yavaş yavaş değil, birden söneriz.
Burada bilmemiz gereken vücudumuzun dilini nasıl anlayıp yorumlamamızdır.
Aslında bunu öğrenmek için özel bir çabaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yabancı
bir dil öğrenmiyoruz. Sadece bilmemiz gereken şu: Vücudun dili ağrıdır. Ağrı
olan yerde bir şeyler ters gidiyor demektir. Acaba bu ters giden ne? Burada
ters olabilecek iki şey var: Birincisi çevre koşulları yaşama elverişli değildir.

Bu elverişsiz olanın ne olduğunu anlamaya ve değiştirmeye çalışmak gerekir.
İkincisi ise yaşamak için gerekli olan maddeleri alırken, ya eksik ya da yanlış
aldığımızı kavramamız gerekir. Bunlar su, tuz, oksijen ve gün ışığıdır.
Eğer biz bu kadar basit bir sesi anlamakta güçlük çekiyorsak, önce o eski bilgi diye
bildiğiniz toplumsal karmaşadan, daha doğrusu kirlenmeden arınmanız gerekir.
Bu toplumsal karmaşanın ya da kirlenmenin adını koyacağız ve bu kirlenmeden
arınmanın yollarını bulmaya çalışacağız. Çünkü çoğumuzun bilimsel gerçekler
diye sarıldığımız bu değerlerin, bir toplumsal kirlenme olduğunu kavramadan
bu çemberden kurtulmanın yolu yoktur.
Üçüncü olarak da hangi Himalaya tuzu? sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Çünkü bu tuzun ekonomik sırrını kavrayan tüccar, sağlık gücünü kavrayanlardan
çok daha hızlı çıktı. Ancak işe tüccar zihniyetiyle sarıldıkları için, ortalığı yalan
yanlış Himalaya tuzlarıyla doldurdular. Himalaya tuzu deyince herkes zannetti
ki bir çeşit Himalaya tuzu var. Oysa neredeyse Dünya’daki insan çeşidi kadar,
Himalaya tuzunun da çeşidi var. Hani bir kere kimyacı dedi ya: “Tuz sodyum
klorürdür ve nereye gidersen git sodyum klorür hep aynıdır”. Bu yanlış inanış
tuzların çeşitliliğine de yansıdı. Peki hangi tuz?
Eskiden ticareti peygamberler yapardı. Şimdi ise ticaret şeytanlık yapmakla
eş değerde olmaya başladı. Yoksa tuzu boyayarak Himalaya tuzu diye satmak
hiçbir insanın aklına gelmezdi. Evet yanlış duymadınız, şu anda piyasaya
boyanmış tuzlar dahil bir yığın yalan yanlış Himalaya tuzlarıyla dolduruldu.
215
İşte bu bölümde bu kirli karmaşada nasıl yolumuzu bulacağımızı araştırmaya
çalışacağız. Bunun için gidip Pakistan’da özel araştırmalar, gözlemler yaptık.
Bu konuyla ilgili filmleri sitemizden inceleyebilirsiniz. Bu kadar çeşitlilikte her
Pakistan’dan gelen tuz iyimi dir? Bu sorunun yanıtını vermeye çalışacağız.
Bir su verir misin bana
Sönmesin ışığı  gözlerimin
Bir su verir misin bana
dinmesin aşkı yüreğimin
Bir su verir misin bana
Kaybolmasın ışığı gözlerimin
Kaybolmasın dudaklarımdaki gülümseme
Kaybolmasın barışı özgürlüğümün
Bir su verir misin bana
Ben seninle güzelim ancak
Sen de benimle
Ve ben sevdikçe güzelleşirim
Yanlış putların peşinde mecal tüketmek
Doğada canlılar yaşamları için gerekli bütün bilgiyle doğarlar. Sadece insan
öğrenmek diye garip bir çabanın içine düşmüştür. Çünkü, kendi doğasına ters
düşen tek canlıdır insan. Her geçen gün bilimsel gelişme diye doğamızdan
uzaklaşmaktayız. Yalnızca kendimizi mi doğamızdan uzaklaştırmaktayız!
Bir domatesin sadece bugün rengi domates kaldı. Bizim bilgi diye ulaşmaya
çalıştıklarımız, ya aslımızdan uzaklaşmak için toplumsal uyduruklarımız, ya da
bize unutturulan şeyleri, yeniden keşfetmemizden başka bir şey değildir. Yoksa
bilim ve teknik bu kadar gelişirken, en basit baş ağrısının bile sebebinin bilim
tarafından bilinmemesi gülünç geliyor insana. Dün çaresizlik geliyordu ama
bugün artık gülünç geliyor. Çünkü biz her gün şahit oluyoruz ki, yeterince tuzlu

sonra herkesin bilmesinde fayda var. Bizi iyileştiren sadece ve sadece bizim
kendi vücudumuzun iyileştirme mekanizmalarıdır. Her ne dertten hastahaneye
düşersek düşelim, bize ilk şırınga ettikleri bir tuzlu sudur. Bu sırrı kimseye vermezler. Üstelik bu tuzlu su doğal tuzla yapılmış bir su da değildir. İşte bizim
önerdiğimiz budur. Doğayı kendi haline bıraktığınız sürece, doğada hastalık
diye bir kavram yoktur. Sadece yaşlanma vardır. Yaşlanma ise vücut suyunun
kuruması ve kirlenmesinden başka bir şey değildir. Hastalık kurumayla gelir.
Kurumayı durdurmanın yolu sadece su vermekle (içmekle) olur. Bunun aksine
hareket edenler sadece kendilerini kandırarak kurumalarını hızlandırırlar.
Çünkü vücuda dışarıdan alınan ve doğal olmayan her nesne, vücutta agresif
bir etki yapar. Canlının dışarıdan gelen bütün uyarıcılara karşı tek bir savunma
aracı vardır, o da sudur. Dışarıdan aldığımız insan doğasına ters düşen her şeye
karşı, vücut sadece ve sadece suyla mücadele eder. Bu da insanın kurumasını
hızlandırır.
TIP’ bın kronik hastalıklar diye bellediği bütün hastalıklar, işte bu yaşlanma
süreciyle ortaya çıkan hastalıklardır. TIP bütün hayretiyle, bu kronik hastalıkların
ne sebebini, ne de iyileştirme yolunu bildiğini açıklar. Artık TIP’ bın hayrete
düşerek bu kronik hastalıkların sebebini ve çözümünü bilmeyişine şaşmıyoruz.
Çünkü aranmayan bir şey bulunmaz. TIP dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman
vücudumuzda suyun eksik olup olmadığına bakmaz. Bakmadığınız bir şeyi
görmemenizde şaşılacak bir şey yoktur. Aramadığınız nesneyi de bulamazsınız.
İşte bu yüzden bu oyuna artık yeniden başlamak zorundayız.

Tümünü Okumak için Yaşamın Gizemi Su ve Tuz 5. baskıya bakınız.

5. Baskıya Ek
Değerli okurlar, beşinci baskıya giderken, kitabımızın ilk yayınından bu yana
ortaya çıkan soru ve eleştirilere, beşinci  baskıda yanıt bulmaya çalışacağız. Size
zaman yetmezliğinden yakınmayacağım. Bize gelen her soruya yanıt vermeye
çalışıyoruz. Ancak ulaştığımız kişiler çoğaldıkça, yanıt vermek zorunda
kaldığımız kişiler de çoğalmaktadır. Bu yüzden herkese yetişmemizin gittikçe
olanaksızlaştığı bir devrede, yanıtları gene kitapta genelleştirmek zorunda
kaldık.
Şu ana kadar karşılaştığımız üç sorun var.
En büyük sorun toplumsallaşma sürecinde edindiğimiz değer yargı sisteminden
kaynaklanmaktadır.  Kimileri diyor ki; Yücel Bey, su ve tuz ne kadar bilimsel?
Tabi ki bu soru bugün dünya toplumuna egemen kılınan, sözüm ona modern
bilimin çemberinden kendini kurtaramayan çevrelerden gelmektedir. Beşinci
baskıya giderken yeni bir bölümü bu konuya  ayırdık. Bu bölümde:
• Bilim nedir?Bilimsel metot nedir?
• TIP da bilim nasıl yapılır?
• TIP tedavilerinin bilimsel yanı nedir?
• Su ve tuz gerçeği ne kadar bilimseldir?
• Bilimde hedef nedir?
• Bilim yapanların (bilim insanının) toplumsal kaygısı nedir? Bilimsel
hedefi nedir?
• Hasta ile bilimin hedefleri arasında nasıl bir çatışma vardır? Bu
çatışma bizim tedavimize nasıl yansır? İyileşmemizi nasıl etkiler?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarını arayacağız.
Bu soruları uzatmak mümkün. Ancak biz sadece gerekli olan kadarını ele
alacağız. Daha şimdiden şunu söyleyebiliriz ki; „Nefes almak her canlı için
yaşamsaldır“ sözü ne kadar bilimsel ise, „susuz ve tuzsuz, ne bir canlı var olabilir

(en azından bu dünya da görülmemiş, belki başka alemlerde olabilir), ne de uzun
süre bir canlının sağlıklı şekilde yaşamını sürdürmesi mümkündür“, sözü de o
kadar bilimseldir. Bu sözü bilmek değil, kavramak gerekir. Kavramaya da ancak
bilgi toplamakla değil, bilgileri sentezleyerek, aklın süzgecinden geçirerek,
onları yeniden yorumlayarak ulaşabiliriz. Önemli olan bir bilginin varlığına
sahip olmak değil, o bilgiyle düşünmeyi becerebilmektir. Kişinin başkalarına
olan inancı ne kadar büyürse, o kadar kendi özgür düşüncesini ve buna bağlı
olarak da özgür iradesini kaybeder.
Daha çok başkalarına ya da başka meslek gruplarına, sadece toplumsal
pozisyonlarından dolayı inançlarını çoğaltanlar, su ve tuzun bilimselliğine
şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Suyun ve tuzun bilimselliğini anlayabilmek için,
öyle sanıldığı gibi büyük araştırmalara gerek yoktur. Bunun en güzel ispatı, tatile
giderken çiçeklerimizi kurumasın diye komşuya emanet etmemizdir ki suyunu
versin. Ama iş kendi kurumamıza gelince, onun çözümünü de başkalarına teslim
ederiz. Birileri de hep bizim ilaçla kurumamızı önlemeye çalışır. Bugün birçok
insana kanını sulandırsın diye ilaç verilmektedir. Şöyle bir düşünün! Bir nesneyi
sulandırmak için acaba sudan başka neye ihtiyaç duyulur? Bu sorunun en doğru
yanıtı da “Su’dan başka hiç bir şeye ihtiyaç duyulmazdan başka bir yanıtı yoktur.
Bunu çocuklar bile bilir. Ancak dünyayı öyle bir hale getirmişler ki, kendileri
dahil bu garip işe herkesi inandırdılar. Her türlü bilimsellik bir yana, bu basit
soru ve yanıtı bize, toplumsal olarak nasıl bir açmazın içinde olduğumuzu
gösterir. Evet kanı sulandırmak için sudan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur bir
insanın. Bu cümleyi kavradığınız andan itibaren bütün kan sulandırıcılarınızı hiç
korkmadan çekinmeden su ile değiştirebilirsiniz. Yalnızca su ile. Onun için bu
bölümde korkmadan kan sulandırıcılarımızı su ile değiştirmemizin gereklerini
anlatacağız.

İkinci sorun ise, tuzlu su kürü kullanımından ortaya çıkan sorunlardır. Kullanmada
ortaya çıkan en büyük sorun gene modern bilimin topluma dayattığı, bir hap ile
bütün sorunları çözme mantığıdır. Bu yüzden insanlarımız su ve tuzu şimdiye
kadar kullandıkları haplar gibi düşünerek, içtikleri anda ağrılarının bitmesi
gerektiğini bekliyorlar. Buna en fazla da üç gün sabır gösteriyorlar. Eğer üç
gün içerisinde etkisini görmezlerse hüsrana uğramışlar gibi terk ediyorlar. Böyle
bir çözüm Gökkuşağı’nın altından geçmeye benzer. Gök kuşağının altından
daha kimse geçemedi. Su ve tuzda da gök kuşağının altından geçmek gibi bir
sihirbazlık yapılmıyor. Sadece yıllarca süren kurumanın ve onun yıllarca yaptığı
tahribatın bir günde iyileştirilemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Herkes
tedavi eder. Su ve tuz iyileştirir. Tedavi etmek iyileştirmek değildir. Tedavi
etmek hastalık belirtilerini baskı altına almak demektir. Su ve tuz ile iyileşmek
için sadece sabırla ve sistemli bir şekilde uygulamak gerekir.
İkinci bölümü de bu bilinç ve sabrı gösteremeyenlere ayırdık. Ayrıca tuzlu su
kürü diye önerdiğimiz su kürünü uygulamada yapılan yanlışları düzeltmeye
ayıracağız. Aslında tuzlu su kürü  uygulamasında büyük bir yanlış yapılmıyor.
Yanlış sadece şimdiye kadar ki çözüm önerilerinin kullanma biçimleriyle kıyas
yapıldığı zaman, düşünce aşamasında, anlama aşamasında yapılıyor. Tuz yemek,
ya da tuzlu su içmek salata yemek gibi bir şeydir. Zorla olmadığı sürece, doğal
akışta hiç kimse büyük bir yanlış yapmaz. Hep anlayarak yapmaya çalıştığımız
için ve anladıklarımızı eski bildiklerimizle sardığımız için yanlış yapmaktayız.
Asıl önemli olanın, ne kadar suya ne kadar tuz katmamız gerektiği değil, her
şeyden önce vücudumuzun dilini anlamamızdır. Örneğin kemoterapi alan bir
insana hiçbir şey yediremezsiniz. Su bile içmekte zorlanır. Neden? Çünkü vücut
şunu kavramıştır; Dışarıdan giren her şey zehir. Bu zehri durdurmanın tek yolu,
dışarıya açık olan yolları kapatmaktır. Bu insanların yakınları bana yakınarak
diyorlar ki,” ama içmiyor Yücel Bey, hiç bir şey içmiyor”. Neden içsin ki? Vücut
düşünüyor, dışarıdan insan vücuduna alınan zehir niteliğinde. İnsan kendine bu
kadar düşman olabilir mi?
Eğer biz vücudumuzu değil de, bize bu ilaçları diretenleri dinlersek, sonuçta bu
ilaçlara umudumuzu bağlayarak, bir mum gibi yavaş yavaş değil, birden söneriz.
Burada bilmemiz gereken vücudumuzun dilini nasıl anlayıp yorumlamamızdır.
Aslında bunu öğrenmek için özel bir çabaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yabancı
bir dil öğrenmiyoruz. Sadece bilmemiz gereken şu: Vücudun dili ağrıdır. Ağrı
olan yerde bir şeyler ters gidiyor demektir. Acaba bu ters giden ne? Burada
ters olabilecek iki şey var: Birincisi çevre koşulları yaşama elverişli değildir.

Bu elverişsiz olanın ne olduğunu anlamaya ve değiştirmeye çalışmak gerekir.
İkincisi ise yaşamak için gerekli olan maddeleri alırken, ya eksik ya da yanlış
aldığımızı kavramamız gerekir. Bunlar su, tuz, oksijen ve gün ışığıdır.
Eğer biz bu kadar basit bir sesi anlamakta güçlük çekiyorsak, önce o eski bilgi diye
bildiğiniz toplumsal karmaşadan, daha doğrusu kirlenmeden arınmanız gerekir.
Bu toplumsal karmaşanın ya da kirlenmenin adını koyacağız ve bu kirlenmeden
arınmanın yollarını bulmaya çalışacağız. Çünkü çoğumuzun bilimsel gerçekler
diye sarıldığımız bu değerlerin, bir toplumsal kirlenme olduğunu kavramadan
bu çemberden kurtulmanın yolu yoktur.
Üçüncü olarak da hangi Himalaya tuzu? sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Çünkü bu tuzun ekonomik sırrını kavrayan tüccar, sağlık gücünü kavrayanlardan
çok daha hızlı çıktı. Ancak işe tüccar zihniyetiyle sarıldıkları için, ortalığı yalan
yanlış Himalaya tuzlarıyla doldurdular. Himalaya tuzu deyince herkes zannetti
ki bir çeşit Himalaya tuzu var. Oysa neredeyse Dünya’daki insan çeşidi kadar,
Himalaya tuzunun da çeşidi var. Hani bir kere kimyacı dedi ya: “Tuz sodyum
klorürdür ve nereye gidersen git sodyum klorür hep aynıdır”. Bu yanlış inanış
tuzların çeşitliliğine de yansıdı. Peki hangi tuz?
Eskiden ticareti peygamberler yapardı. Şimdi ise ticaret şeytanlık yapmakla
eş değerde olmaya başladı. Yoksa tuzu boyayarak Himalaya tuzu diye satmak
hiçbir insanın aklına gelmezdi. Evet yanlış duymadınız, şu anda piyasaya
boyanmış tuzlar dahil bir yığın yalan yanlış Himalaya tuzlarıyla dolduruldu.
215
İşte bu bölümde bu kirli karmaşada nasıl yolumuzu bulacağımızı araştırmaya
çalışacağız. Bunun için gidip Pakistan’da özel araştırmalar, gözlemler yaptık.
Bu konuyla ilgili filmleri sitemizden inceleyebilirsiniz. Bu kadar çeşitlilikte her
Pakistan’dan gelen tuz iyimi dir? Bu sorunun yanıtını vermeye çalışacağız.
Bir su verir misin bana
Sönmesin ışığı  gözlerimin
Bir su verir misin bana
dinmesin aşkı yüreğimin
Bir su verir misin bana
Kaybolmasın ışığı gözlerimin
Kaybolmasın dudaklarımdaki gülümseme
Kaybolmasın barışı özgürlüğümün
Bir su verir misin bana
Ben seninle güzelim ancak
Sen de benimle
Ve ben sevdikçe güzelleşirim
Yanlış putların peşinde mecal tüketmek
Doğada canlılar yaşamları için gerekli bütün bilgiyle doğarlar. Sadece insan
öğrenmek diye garip bir çabanın içine düşmüştür. Çünkü, kendi doğasına ters
düşen tek canlıdır insan. Her geçen gün bilimsel gelişme diye doğamızdan
uzaklaşmaktayız. Yalnızca kendimizi mi doğamızdan uzaklaştırmaktayız!
Bir domatesin sadece bugün rengi domates kaldı. Bizim bilgi diye ulaşmaya
çalıştıklarımız, ya aslımızdan uzaklaşmak için toplumsal uyduruklarımız, ya da
bize unutturulan şeyleri, yeniden keşfetmemizden başka bir şey değildir. Yoksa
bilim ve teknik bu kadar gelişirken, en basit baş ağrısının bile sebebinin bilim
tarafından bilinmemesi gülünç geliyor insana. Dün çaresizlik geliyordu ama
bugün artık gülünç geliyor. Çünkü biz her gün şahit oluyoruz ki, yeterince tuzlu

sonra herkesin bilmesinde fayda var. Bizi iyileştiren sadece ve sadece bizim
kendi vücudumuzun iyileştirme mekanizmalarıdır. Her ne dertten hastahaneye
düşersek düşelim, bize ilk şırınga ettikleri bir tuzlu sudur. Bu sırrı kimseye vermezler. Üstelik bu tuzlu su doğal tuzla yapılmış bir su da değildir. İşte bizim
önerdiğimiz budur. Doğayı kendi haline bıraktığınız sürece, doğada hastalık
diye bir kavram yoktur. Sadece yaşlanma vardır. Yaşlanma ise vücut suyunun
kuruması ve kirlenmesinden başka bir şey değildir. Hastalık kurumayla gelir.
Kurumayı durdurmanın yolu sadece su vermekle (içmekle) olur. Bunun aksine
hareket edenler sadece kendilerini kandırarak kurumalarını hızlandırırlar.
Çünkü vücuda dışarıdan alınan ve doğal olmayan her nesne, vücutta agresif
bir etki yapar. Canlının dışarıdan gelen bütün uyarıcılara karşı tek bir savunma
aracı vardır, o da sudur. Dışarıdan aldığımız insan doğasına ters düşen her şeye
karşı, vücut sadece ve sadece suyla mücadele eder. Bu da insanın kurumasını
hızlandırır.
TIP’ bın kronik hastalıklar diye bellediği bütün hastalıklar, işte bu yaşlanma
süreciyle ortaya çıkan hastalıklardır. TIP bütün hayretiyle, bu kronik hastalıkların
ne sebebini, ne de iyileştirme yolunu bildiğini açıklar. Artık TIP’ bın hayrete
düşerek bu kronik hastalıkların sebebini ve çözümünü bilmeyişine şaşmıyoruz.
Çünkü aranmayan bir şey bulunmaz. TIP dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman
vücudumuzda suyun eksik olup olmadığına bakmaz. Bakmadığınız bir şeyi
görmemenizde şaşılacak bir şey yoktur. Aramadığınız nesneyi de bulamazsınız.
İşte bu yüzden bu oyuna artık yeniden başlamak zorundayız.

Tümünü Okumak için Yaşamın Gizemi Su ve Tuz 5. baskıya bakınız.

Bir yanıt yazın