tarihinde yayınlandı

DUYURU

 

Yücel Aydemir tüm vidyoları için tıklayınız

https://www.youtube.com/watch?v=LXu4bvSCYb4

Değerli okurlar; Sosyal medyada „Kaya tuzunda ‘plütonyum’ ve kanser yapan ‘talyum’ var“ diye bir yalan haber dolaşmaktadır. Üstelik bu düzmece haberi Sağlık Bakanlığı’nın raporuna göre de dayanaklandırmışlar.

Ülkemizdeki tuz tartışmalarının kaynağı „Yaşamın gizemi su ve tuz“ ile „Kanser öldürmek için değil yaşatmak içindir“ adlı kitaplarımız sebep olduğu için, doğal olarak bu konunun muhatabı biz oluyoruz. Sosyal sorumluluk gereği bu yalan haberin sebebini ve kimler tarafından üretildiğini birlikte analiz edelim.

Buhaberin kaynağı sağlık bakanlığı değildir, ama inandırıcılığını arttırmak için sağlık bakanlığının adı kullanarak böyle bir düzmece haber yayınlanmıştır. (Aslında kaya tuzu ticaretini yapanlar bu düzmece haberi „serbest rekabet kurallarına aykırılıktan“ dolayı cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunabilirler.)

Türkiye’deki tuz ticareti „TUZ TEBLİĞİ“ ile belirlenen kurallara göre yapılır. Bu tebliğ ise İl ve Tarım bakanlığı tarafından denetlenir. Tuzların sağlık bakanlığı ile ilişkisi yoktur.

16 Ağustos 2013 CUMA günü Resmî Gazete de 28737 sayı ile yayınlanan TÜRK GIDA KODEKSİ TUZ TEBLİĞİ (TEBLİĞ NO: 2013/48)’ ne göre bütün kaya tuzlarından bir numine alınarak analiz ettirilir. Bu analiz kuralları tuz tebliğine görre şöyledir.

Numune alma ve analiz metotları

MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerden numune alınması ve analizleri, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine uygun olur.

Kaya tuzları analiz ettirildikten ve sağlığa zararlı olmadığı tespit edildikten sonra satış yapma izni verilir. Bu ithal tuzlarda daha sıkıdır. İster sofralık tuz olsun ister gıda sanayi tuzu olsun ithalatçı firma herşeyden önce İl Tarım müdürlüğüne ithal edeceği tuzun sağlığa zararlı olmadığına dair bir sağlık sertifikası ister. Üstelik siz bu sağlıksertifikasını istediğiniz yerden alamazsınız. İl Tarım bakanlığı tuzu ithal edeceğiniz her ülkede sağlık raporunu alabileceğiniz kurumu kendisi belirler.

İkinci adımda ise TUZ gümrüğe geldikten sonra İl Tarım müdürlüğünün kontrol memurları tarafından tuzdan tesadüf yöntemiyle örnekler alır ve analiz ettirir. Burda da sağlığa zararlı olduğu tespit edilirse hemen geri gönderilir ve ithalatcı firmaya sağlığa zararlı gıda maddesi ithal ettiği için işlem yapılır.

Şimdi hal böyleyken sağlık bakanlığının çıkıp da böyle saçma sapan bir haber üretmesi bir suçtur. Şöyle ki, tarım bakanlığı sağlığa zararlı bir maddenin piyasaya sürülmesine izin verdi demektir ki bu ceza kanununa göre kamu sağlığını tehlikeye sokmak suçu işlemiş olur. Yani İl tarım bakanı „Türk ceza kanunun 185, 186 ve 187. Maddesie göre Kamunun sağlığını tehlikeye sokmak suçu işlemiştir. Bu işler yalan bir haber üretmek kadar kolay olmuyor. Bu nedenle bu haber tamamen gerçek dışıdır.

Peki bu düzmece haberi kim niye üretir?

Ülkemizde „Yaşamın Gizemi Su ve tuz“, ve özellikle de „kanser öldürmek için değil yaşatmak içindir“ adlı kitaplarımızın yayınlanmasından sonra, ticarete geç kalmış hemen herkes önce Himalaya tuzu, sonra da kaya tuzlarının ticaretine başlamıştır. Bunlara televizyonda popüler olan sağlık sağlık program yapımcılarından tutun da bitkisel tedavi yapan doktorlara kadar. Ben 2010 yılında Çankırıda bir tuz mağarasını ziyaret ettiğimde mağaradan kamyonlarla çıkarılan tuzun fiyatını sordum. Dediler ki bu kamyon 20 TL. Evet yanlış okumadınız 20 ton tuzun fiyatı yirmi liraydı. Daha henüz tüccarlar tuzun (sağlıktaki sırrını boş verin) ticaretteki sırrını henüz keşfetmemişti.

Ticaretteki sırrını keşfedince, Çankırı tuzunu Himalaya tuzu diye piyasaya sunup kilosunu o yıl 30 liradan satmaya başladılar. Yanlış duymadınız bir kamyonu (yani en az 20 ton) yirmi lira olan Çankırı tuzunu şimdi birileri 1 kiloğramını 30 liradan satmaya başladılar. Bu aradaki korkunç farktan dolayı kaya tuzu tüccarları inanılmaz bir propagandaya başladılar. Artık her tarafta tuz muhabbetleri oluyordu. Ve kaya tuzu satışları birden refine tuz satışlarını dibe vurdurdu. Eh rafine tuz satıcıları peki sessiz sedasız piyasadan çekilip, „efendim siz haklısınız bizim tuzlarımız zehirliymiş“mi diyeceklerdi. Hayır. Onlar da doğal olarak karşı atağa geçtiler ve düzmece haberler ile kaya tuzlarının satışını engellemeye çalışıyorlar.

İşte hal böyle olunca, yani bir ticaret kavgası olduğundan artık haberin içeriğindeki ayrıntıların da tardışmak için bir önemi kalmamıştır.

Kaya tuzlarının içeriği, insan yaşamındaki ve özellikle insan sağlığındaki yerini kavrayabilmek için kitaplarımızı okumanızı tavsiye ederiz.

Ancak bu düzmece haberde şöyle ilginç bir sosyal deney yaşandı tabi. Bu haberin sosyal medyada paylaşanlarına baktığımızda, bu kişiler iktidarın en keskin eleştiricileriydi. Burda bir sosyolog olarak beni düşündüren şuydu. İktidarın bu kadar acımasız eleştirenleri neden bu haberde hiçbir seçiciliğe, hiçbir düşünmeye yer vermeden hemen paylaşmaya geçmiştiler. Bu demektir ki sosyal medyayı kullananların bir çoğu ne yaptığının farkında değil. Sadece reaksiyoner. İkincisi ise sosyal medya ile algı operasyonu yapmak çok kolay.

Aykırı düşünmek güzel ama eğer farkındaysanız. Sadece reaksiyonerseniz ve aykırı olduğunuzu sanıyorsanız lütfen uyanın bu gafletten.

Yücel Aydemir

 

 

 

Dünyanın tuzu yasakladığı bir zamanda “Yaşamın Gizemi su ve tuz” adlı kitabımızla bir tuz dedik, o günden itibaren türkiye karıştı. Özellikle ticarete geç kalmışlar hemen ticaretine başladılar. Televizyonları pazarlama aracı olarak kullanan kimi medya adamları hemen ticaretine girişerek tuz satmaya başladılar. Ve bunun arkasından hemen herkes tuz yeyin diye söylenip durdu. Kimileri televizyonlarda yalanmaya başladı, kimileri tuz lambasına bakarak astımınızı iyileşir dedi. Hiç kimse çıkıp da bu tuz hikayesi de nereden çıktı demedi. Herkes birbirinin yalancısı oldu. Ne tuzu kavradılar. Ne tuzu doğru insanlara anlattılar. Onlar sadece tuzun ticaretiyle ilgilendiler. Bu yüzden de her tarafı yalan yanlış tuzlarla doldurdular. İşte bu efsanenin gerçek kaynağını anlatıyoruz. Yücel Aydemir

Modern insan celladına aşık olan insandır. Hiçbir çağda sağlık sistemleri bu kadar bilgisiz ve sorumsuz bir şekilde insana karşı ölümcül zehirler kullanmadı. Hipokrat yemini edenler, Hipokrat’ın insan vücuduna zararlı olan her şeyi insana vermeyi yasakladığını da bilmeleri gerekirdi. Bizlere kemoterapi zehirlerini verenler, evet kemo bir hücre zehiridir, ama zehirle derman arasındaki sınır dozajdır diye de kibirlenmektedirler. Bu nasıl bir dozaj ki bir yüzyıldır bir türlü doğruyu tutturamadılar.

Oysa onlar Yüzyıllık yalan propagandalarla insanları ölümcül tedavilere sürüklemektedirler. Ve o insanlar ızdırap içerisinde yaşamlarını kaybetmektedirler. Bu modern vahşetin son bulması için

 

Sayın Yücel Aydemir,

“YAŞAMIN GİZEMİ:SU VE TUZ” isimli eserinizin 5.nci baskısını okudum.

Emekli bir tıp doktoru(halen muayenehanemde Meme Cerrahisi ve Hastalıkları alanında hasta kabul ediyorum.)olarak eserinizde tıp bilimine ve doktorlara bakış açınızdan üzüntü duydum.

Eleştirimde eserinizdeki sayısız imla ve gramer hatalarına değinecek zamanım olmadığı için yalnızca tıp bilimine yönelik tavır ve nitelemeleriniz üzerinde duracağım:

1-İnsan vücudunda metabolizma sonucu oluşan katabolik maddeler önce karaciğerde detoksifiye edilir,ardından safra,idrar ve ter şeklinde vücuttan atılır.Eserinizin 156 ve 157.nci sayfasında yer alan “bu işlevin BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ’nce yapıldığına” dair açıklama tamamen bilim dışıdır.

2-Eserinizde tıbbın astım(110),uçuk(191) ve gut(196) gibi hastalıklarda yetersiz kaldığını iddia ediyorsunuz.Oysa bu hastalıkların her birine yönelik spesifik ( özgün) ilaçları olduğu gibi her üçünde de olguların büyük bir çoğunluğu uygun tedavi ile şifa bulmaktadırlar.

3-Eserin 241 nci sayfasında” dünyanın hiçbir yerinde kemoterapinin kanseri iyileştirdiği üzerine bir araştırma yoktur,böyle bir araştırma yapılmamıştır.”demektesiniz.Oysa bahsettiğiniz alanda yüzbinlerce araştırma yayınlanmıştır(kaynak:pubmed:www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed).Örneğin yalnızca meme kanserlerinin tedavi sonuçlarına ait -1931 den bu yana- 62 bin 778 çalışma PubMed kayıtlarına geçmiş olup,yaklaşık bu rakamın yarısı kadar çalışma ise düzensiz yayınlanan dergilerde ve başka dillerde(örneğin,Urduca,Çince,Japonca…) yayınlandığı için bu kataloğa girememiştir.

4-Hastalık-kanser ve genetik ilişkisine eserinizde sık sık olumsuz baktığınızı ve doktorların bilemedikleri ilişkileri genetikle açıklamakla suçluyorsunuz.Oysa bu ilişki açık ve kesin olarak kanıtlanmıştır.Örneğin BRCA1-2 gen testleri negatif olgularda meme kanseri şansı %1 iken, testin pozitif olduğu olgularda meme kanseri gelişme olasılığı %85 olmaktadır.

5-Eserinizde “bizi kanser değil,kanser tedavisi öldürür”(sayfa241) ve “kanser demek ölüm demektir”(sayfa 209) buyuruyorsunuz.Kanser tedavilerinin çok az ve özel koşullar altında yapılanları ölümle sonuçlandığı ve yapılan tedavilerle hiç küçümsenmeyecek sayıda hastanın yaşam süresinde ciddi artışlar sağladığı ve hatta hastalığın yenilebildiği gerçeğini, basit bir genellemeyle nasıl yok sayarsınız? Gerçek olup olmadığını bilimsel verilerle kanıtlamadığınız bu varsayımlarınız kanserli hasta ve yakınları üzerinde yıkıcı bir etki yapacaktır.Örneğin,deri,prostat ve tiroid kanserlerinin istisnai bir bölümü dışında modern tedavi yöntemleri sayesinde insan ömründe herhangi bir azalmaya yol açmadığı geniş serilerde kanıtlanmış bir bulgudur. Konu uzmanı olmayışınız size bu cesareti verse de,”fikir özgürlüğü” arkasına saklanarak bu şekilde kanıta dayanmayan varsayımlar sunmamalısınız!

6-Eserinizin 226.ncı sayfasında” modern bilim bütün diğer bilgi ve bilgelikleri aşağılar” demektesiniz.Bu cümle şöyle olsa idi onaylıyabilirdim: ”modern bilim bilimsel yöntemlerle kanıtlanmamış tüm bilgi ve savlar hakkında kuşku duyar”.

Eğitiminizde bilimsel bir temel olmadığını ya da düşünce sisteminizin bilimsel metodoloji dışında kaldığını, yukarıdaki ifadeniz hemen ele veriyor.

7-Son olarak da şu ileri sürdüğünüz “su ve gerçek tuz ile tüm hastalıkların ve hatta kanserin önlenebileceği” ne ilişkin en temel varsayımınıza bir yorum yapmak isterim:

Bir kere modern tıp ,su ve elektrolit/mineral dengesinin vücut için temel bir önem taşıdığını daha 19.ncu yüzyıl sonlarında farketmiş olup,günümüzde bu, serum elektrolitleri (sodyum,potasyum, klor,bikarbonat,kalsiyum,fosfor, magnezyum..) ve ozmolarite tayinleri aracılığı ile neredeyse her hastada rutin olarak yapmaktadır.

Bu prensip doğrultusunda,günümüzde bütün hastalarda tedavi ve yaklaşım, öncelikle su ve elektrolit dengesini etkileyen tüm etkenler dikkate alınarak uygulanmaktadır.

Nitekim,su ve elektrolit dengesi sizin iddia ettiğiniz kadar ihmal edilmiş olsa idi diyabet,hipertansiyon ve kanser gibi hastalıkların şu an görüldüğü nisbeten küçük oranlar(sırası ile %4,%10 ve binde 3) yerine ,çok daha fazla olması gerekmez mi idi?

Su ve gerçek tuzun yaşamsal önemine dikkat çeken eseriniz, yaptığı olumlu katkıdan çok daha fazlasını, insanları korkutarak ve tıp bilimine ve onun uygulayıcıları olan tüm doktorlara olan güveni sarsmaya yöneltmiştir.

Bundan sonraki baskılarda eserinizin büyük bir bölümünü oluşturan”BİLİM DIŞI” kısımları gerçek bir bilim adamına danışarak eleyip,yararlı kısımları – gereksiz, usandırıcı yinelemelerden sakınarak – Türkçe’ye gerçekten hakim bir editörden de yardım alarak planlı bir şekilde yeniden yazmanız gerektiğine inanıyor,saygılar sunuyorum…

Ragıp Kayar

Yanıtım

Ragıp bey merhaba

Öncelikle, her ne kadar uslubunuzda karalamalar olsa da, yine de size çok teşekür ederim. Bir incelik gösterip bize yanıt yazdınız. Ben de bu inceliğinize saygı duyarak, ve kesinlikle şahsınıza karşı bir niyetimin olmadığını belirterek, yanıtımı kaleme alıyorum. Ancak gerçek her zaman huzur vermez dedik. Bu nedenle yazdıklarımın bazıları sizleri huzursuz etsede, sizin şahsınıza yönelik olmadığını bildirmek isterim.

Ragıp bey önce şu gramatik ve yazım hatalarını ortadan kaldırmak için yazayım. Kitabımı her şeyiyle kendi olanaklarımla bastırdım. Dizaynından, fotoğraflarından düzeltmelerine kadar. 22 yıldır da Türkçeden uzağım. Bu koşullarda her şeyiyle bana ait olan bir kitap yayınladım. Sonra birileri çıktı, siz insanlığa ışık saçtınız size yardım edelim dediler, güzel de bir dolandırdılar. Beşinci baskıyı da onlar yaptılar. Bütün düzeltmeleri de yapacaklarını söyledier. Biz bunlara inandık. Bugün insanımızın geldiği o zavallı konumu siz benden daha iyi biliyorsunuz. Tabi bunlar bir mazeret değil. Kendisini bir dolandırıcıya kaptırmak da aslında bir beceriksizliktir.

Aslında benim için önemli olan bu da değil. Bırak arabam yakışıklı olmasın ama beni hedefime ulaştırsın. Eğer beni hedefime ulaştırmıyorsa, arabamın pörfekt olmasının bir anlamı yok. Arabam hem pörfek olup hem de hedefine ulaştırması daha arzu edilen bir durumdur. Onada sıra gelecek.

“…TIP bilimine ve doktorlara bakış açınızdan üzüntü duydum.”

Yaşamın gizemi su ve tuz  kitabı bizim bir hasta olarak yakaladığımız ip uçlarıdır. Tabiki bir hasta olarak biz de toplumun en elit kaynaklarını kullanan, en çok saygı gören, en çok ekonomik olanaklarını kullanan bir kesimin, bizim baş ağrımızı tedavi ederken, baş ağrımızın sebebini bilmediğini, ve hatta hatta bilmek bile istemediğini fark edince, tabiki bizi de kızgınlık basıyor. Ben annemi beyin kanamasından kaybettim. Amcamı kanserden kaybettim. Doktor doktor sürüklediğim anneme bir Allah ın kulu sen su içmiyormusun diye sormadı. Ve ben şimdi tansiyonun sebebini ve çözümünü biliyorum.
Amcamın bir mide  yanması ile başlayan macerası 47 yaşında kanser tedavileri ile bitti.
Ve ben şimdi yüzlerce insana kanserden kurtulmaları için yardımcı oluyorum. Ve eleştirilerimi yaparken de bunların acısı var içimizde.

Yaşamın Gizemi ile ucunu yakaladığımız ipin “Kanser öldürmek için değil yaşatmak içindir” adlı kitabımızla da belli bir noktaya ulaştık. Ve yolun sonunda gördük ki, aslında insan oğlu birçok şeyde olduğu gibi sağlık konusunda da körebe oynuyor. Bunu kitabımı okuduğunuz zaman daha iyi anlayacaksınız.

Benim buradaki eleştirilerim bir şahsa değildir. Şahıslar bir sistemin çarkını çeviriyor olabilirler, ve bundan da nemalanabilirler. Ancak bu şahısları eleştirmek bu çarkın yanlış gidişatını değiştirmez. Bunun farkındayım. Bu yüzden şahıs olarak kimseye sözüm yok.

Ancak biz diyoruz ki dil bir bilgeliktir. Eğer biz birşeyleri değiştirmek istiyorsak onları tanımlamamız gerekir. Bu tanımlamalar hoşumuza gitmeyebilir, ama yolumuzu bulmada biricik merceklerdir. Biz değiştirmek için yazarız. Bu yazdıklarımız kimseye karşı gereksiz bir çekişme ve küfür olmadığı sürece bundan birilerinin rahatsız olması gerekmez. Her kesimde olduğu gibi TIP da da bir yığın usulsüz, ahlaksız işler döner. Bunları siz benden daha iyi bilirsiniz. Ben bu usulsüz ve ahlaksız işler üzerine sözcük bile yazmadım. Ben TIP’bın perspektifi ile, bakış açısı ile uğraştım. Bunlar hakkındaki görüşlerimiz ne kadar da sert olursa olsun, bir karalama içermez ve bundan da kimsenin rahatsız olması gerekmez. Çünkü söz konusu olan bizim sağlığımızdır. Ve herkesin, ve bizim de söz hakkımız vardır. Çamur atmamız ahlakımızı gösterir, uslubumuz kalitemizi. Uslubumuz sert olabilir ama hiçbir zaman ahlaksız yada karalama yapmaz.

Dinler niye vardır

Çünkü insan oğlu haram yedi

Dinler niye vardır

Çünkü insanoğlu yalan söyledi

Dinler niye vardır

Çünkü insan oğlu sadece kendini düşündü

Çünkü insan oğlu dürüst olmadı

Ragıp bey birileri dürüst olup da çıkıp demedi, “kardeşim biz sizi iyileştiremiyoruz”. Bugün bütün dünyayı teşhis koymanın heyecanından iyileştirememeyi gizlemeyi becerdiler. Teşhis koymak bir iş değildir. Bunu siz biliyorsunuz. Teşhis koymak iyileştirmek anlamına gelmez. Tedavi etmek de iyileştirmek anlamına gelmez. Bütün bunları siz biliyorsunuz. Ama birileri çıkıp da dürüstce bunları bize söylemedi. Bize yapılan sadece, hayvanlar gibi adlarımızın sayılması ve elimize bir ilaç reçetesi tutuşturulmasıdır. Bu iş hala böyle devam ediyor. Bir doktora küçük bir soru sorduğunuz zaman da olmadık azarlar işitiyorsunuz. Şimdi birileri bunu fark edip de, şimdiye kadar bize yaptığınız bir haksızlıktır dediği zaman da bunu kabullenmek gerekir. Eğer her insan bu dünyanın daha güzel ve yaşanılabilirliliği için görevini, vicdanı ve dürüstlük içerisinde yapabilse, ne ortada hırsız olur, ne dolandırıcı olur, ne rüşvetci olur ne de haksızlık. Bugün dünyada dinleri bile sorguluyor insan oğlu, tanrıları bile sorguluyor ama TIP’bı sorguluyamıyoruz. Sizce de garip değilmi. Bakın siz bile, koskoca miliyonlarca sistemin bir bireyisiniz ve hemen alınmışsınız. Bence bu tabuları, bu kırılganlıkları bir kenara bırakmak gerekmez mi! Her ne kadar beni bir uzman kabul etmezseniz de, ben bir bilim adamıyım ve yetilerimin farkındayım. Dünyanın debelenmesine, körebe oyununa karşı durmak istiyorum. Eleştiriler beni rahatsız etmez aksine güçlendirir. Benim de herkes gibi, bu dünyada yaşıyan her canlı gibi, herkesin yaptığını eleştirmeye, öneriler sunmaya ve yanlışa dur demeye hakkım var.  Yanlış bile olsa herkesin konuşmaya hakkı vardır.

Alıntı: 1-İnsan vücudunda metabolizma sonucu oluşan katabolik maddeler önce karaciğerde detoksifiye edilir,ardından safra,idrar ve ter şeklinde vücuttan atılır.Eserinizin 156 ve 157.nci sayfasında  yer  alan “bu işlevin BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ’nce yapıldığına” dair açıklama tamamen bilim dışıdır.

Orada sizin tarafınızdan bir eksik anlaşılma var. Dediğinize katılıyorum. Ancak biz bağışıklık sistemini sadece beyaz kan hücrelerinden ibaret görmüyoruz. Bütün bu olaylar bağışıklık sisteminin birer unsurlarıdır.

Ancak burada kendinizce bulduğunuz bir sözü bilim dışı olarak tanımlamak, biraz toplumun size verdiği güvene dayanarak kedinize haksız ve gereksiz bir uslup takınmanıza sebep oluyor. Bir tanımlama yanlış olabilir ama, onu bilim dışı tanımlamak doğru değildir. Oysa bilimde yapılan tonlarca yanlış vardır. Neden onlar bilim dışı olmuyor. Bilimin içinde yada dışında olmak, olanın doğruluğunu yada yanlışlığını göstermez. Tanımlamama yanlış diyebilirsiniz, yanlış olması onun bilimin dışına itmez. Eğer öyle olsaydı bilimde yapılan milyonlarca yanlışı hangi yere koyabilirsiniz? Üstelik yazdıklarım yanlış da değildir. Bağışıklık sisteminin organları vardır, ve yöntemleri vardır. İşin anatomik ayrıntılarına girmek istemiyorum.

Ancak sizin “bilim dışıdır”sözünün sosyal bir sebebi vardır. O da ben söylersem bilim içidir, sen söylersen bilim dışıdır” hikayesine gelir. İmam söylerse dinden, ateist söylerse, o Kuran-ı bile okusa dinsizlikten sayılır gibi.

Alıntı: 2-Eserinizde tıbbın astım(110),uçuk(191) ve gut(196) gibi hastalıklarda yetersiz kaldığını iddia ediyorsunuz.Oysa bu hastalıkların her birine yönelik spesifik ( özgün) ilaçları olduğu gibi her üçünde de olguların büyük bir çoğunluğu uygun tedavi ile şifa bulmaktadırlar.

Özellikle kanser konusunda birçok yerde şöyle yazdım. Kanserin ne olduğunu bilmeden, nasıl oluştuğunu bize anlatmadan, kanseri tedavi etmeye çalışan belkide milyonlarca insan vardır. Eğer biz sözüm ona bilim insanları kanseri tedavi etmeye çalışırken, kanserin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu bilmiyorsak, onu tedavi etmeye de aslında ehliyetimiz yoktur. Buna TIP’bın da ehliyeti yoktur. Birileri size bu hakkı vermiş olabilir ama siz kanseri iyileştirmeye ehil değilsiniz demektir.

Çünkü bilim ve bilimsel metod, herşeyden önce olayların sebeplerini ortaya çıkaran ve sonuçları bu sebeplerle açıklayan bir metod dur. Hastalıklar birer sonuçtur. Eğer siz sonucu değiştirmek istiyorsanız sebebini bilmeniz gerekir ki, o faktörleri değiştirerek sonucu da değiştirebilesiniz.

Eğer siz sebebi bilmiyorsanız sonucu değiştirmeniz çok şanslı tanrısal bir tesadüfe bağlıdır. Ama ne yazık ki TIP bir yüzyıldır bu şanslı tesadüfü yakalayamamıştır. Sadece kanser de mi? Hayır hiç bir kronik hastalıkta. TIP hiçbir kronik hastalığın ne sebebini bilir, ne de çözümünü bilir. Tedavi etmek iyileştirmek anlamına gelmez.

Şimdi siz Astımın sebebini bilmiyorsanız, ki bunları TIP kürsülerinde söyler literatürlerinde yazar, vatandaş bilmez ama sizler bilirsiniz, şimdi onun sonucunu değiştirmeye çalışmanız sizcede beyhude olmaz mı?

Oysa biz astımın sebebini ve diğer kronik hastalıklarda olduğu gibi önce sebebini açıklarız sonra da bu sebebi ortadan kaldırırsanız astım da kendiliğinden iyileşir gider.

Astım sadece akciğerin bir sorunu değildir. Sorun hem karaciğerde, hem de kanda, kanın kirliliğinde gizlidir. Eğer bu faktörleri dikkate almaz da sadece akciğer ile uğraşır, ya da sorunu sadece akciğerde ararsanız, sorunu çözemezsiniz.

Siz dünyanın neresinde bir ilaç ile astımın iyileştiğini gördünüz? Eğer ilaçla iyileşiyor olsaydı neden birkaçını değil de hepsini iyileştiremiyorsunuz?

Sayın Ragıp bey yaşınızı bilmiyorum ama emekli olduğunuza göre, o yaş sizde de nefes darlığı çekebilecek yaşta olduğunuzu gösterir. Bu astım hastalığı niteliğinde olması gerekmez ama 100 metre koşarken, ya da merdiven çıkarken nefes yetmezliğiniz olabilir. Bu söylediklerimizi vücudunuzda deneyin, bakın o zaman neler oluyor. Biz sadece birkaç hastayı değil bütün astımlıları, bir daha geriye dönüşü olmadan iyileşebilecekleri önerimiz var. Üstelik bu önerimiz hiçbir şekliyle insanın vücuduna müdahale etmeden yapılabilecek önerilerdir. Deneyin ve sizde görün. Bunu bilim dışı ilan etmek sadece korkuları bastırmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.

Heleki gençlerde ve çocuklarda onların beslenme biçimlerini, yaşam alanlarını göz önünde bulundurmadan yapılan tedaviler ise kökten yanlıştır.

Eğer siz ateşin üzerinde yanan bir insanı ateşten indirmediğiniz sürece, sadece poposuna sürülecek kıremle onu öldürmekten kurtarmazsınız. Krem kimilerine yardımcı olabilir ama ateşten indirmek hepsini ölümden kurtarır. İşte bizdeki bilimsel anlayış o ateşin yaktığını görüp ateşten kurtarmaktır insanları. Krem satmak için ateşi göz ardı etmek değildir.

Alıntı: 3-Eserin 241 nci sayfasında” dünyanın hiçbir yerinde kemoterapinin kanseri  iyileştirdiği üzerine bir araştırma yoktur, böyle bir araştırma yapılmamıştır.”demektesiniz. Oysa bahsettiğiniz alanda yüzbinlerce araştırma yayınlanmıştır (kaynak:pubmed:www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed). Örneğin yalnızca meme kanserlerinin tedavi sonuçlarına ait -1931 den bu yana- 62 bin 778 çalışma PubMed kayıtlarına geçmiş olup,yaklaşık bu rakamın yarısı kadar çalışma ise düzensiz yayınlanan dergilerde ve başka dillerde(örneğin,Urduca,Çince,Japonca…) yayınlandığı için bu kataloğa girememiştir.

Sayın Ragıp bey, işte benim bilime yaklaşımımı TIP’ bın yaklaşımından ayıran en büyük farklılık şudur. Evet binlerce araştırma vardır. Ama neyi araştırmaktadırlar. Bütün bu araştrmalar, sayıları ne olursa olsun, eğer kanserin sebebini araştırmıyorsa, ve heleki iyileştiremiyorsa bunların hiçbir anlamı yoktur. Biz kanseri iyileştirdiğini gösteren bir araştırmadan bahsediyoruz. Kanserde herhangi bir araştırmadan değil. Ve ekleyelim kemo terapilerin arkasında insanların yaşam süreleri hakkında ise dünyanın hiçbir yerinde bir istatistiki bilgi bile vermezsiniz. Eğer siz biliyorsanız verin bir kaynak da herkes okusun. Bunun yanında bu kadar araştırmalara rağmen bir kişiyi bile iyileştiremiyorsanız, bize dürüstce bu kadar araştırmaya rağmen henüz kanserin çaresini bulamadık dersiniz. Bu bir mütevazilik değil bilimsel bir dürüstlüktür. Bilimsel dürüstlük aynı zamanda nereden gelirse gelsin doğrulara hakkını vererek özenle üzerine gitmektir. 

Artık dünya o eski dünya değil. Yeni dünyayı eski çomakla gütmenin zamanı çoktan geçti. Bize hangi kanserin sebebini gösteren, hangi kanserde yaptığınız tedaviler, hastaların yüzde kaçını iyileştirdiğini gösteren bir kaynakça gösterin. Biz de merakla ilgiyle ve sevgiyle bekliyoruz. Çünkü herkesin umudu bu. Hastalıklardan özellikle de kanserden iyileşmek. Örneğin bir akciğer kanserli size geldi dediki hocam benim iyileşme şansım kaç, ona verebileceğiniz yanıtınız nedir? İşte bu sorunun yanıtını arıyoruz. Onu da yuvarlak laflarla değil. Çünkü biz hiçbir insanın kanserden ölmesi gerekmediğini matematiksel olarak ispatladık.. Geriye sizleri, özellikle de TIP camiasını  inadırabilmek kalıyor. Sizler istatistiksel rakamları bilim olarak gördüğünüz için şimdi sizlere bu rakamları toplama aşamasındayız. Onun için de meraklanmayın. Bizi merakla izleyin. Şu anda çalışmalarımız devam etmektedir.
Evet binlerce araştırma yapılmaktadır. Bu araştırmalar yolumuzu bulmak için değil bilinmezliği çoğaltmak içindir.

Sözcüğü sözcüğüne tekrarlıyorum. TIP sebep araştırması yapmaz. Ben TIP’ın yayınlarının yalancısıyım. Her yerde söylenilen budur. TIP sadece hastalık belirtilerini baskı altına  alma sevdası içerisindedir. Bunu yapmak için bile bilimsel metod gereklidir. Ama bu bilimsel metod hastanın işine yarayan metod değildir. Bir hasta iyileşmek ister. Oysa hastalık belirtilerini baskı altına almak iyileştirmek değildir. Lütfen bana bunun yanlış olduğunu söyleyin. Yanlış olduğunu söylerken de bir kronik hastalığın sebebini bize bilimsel mantıkla izah edin lütfen. Ya da böyle bir yayınınız varsa lütfen bize adını yazın biz de sevinelim ve reklamını yapalım. Hangi dilde olursa olsun.

Alıntı: 4-Hastalık-kanser ve genetik ilişkisine eserinizde sık sık olumsuz baktığınızı ve doktorların bilemedikleri ilişkileri genetikle açıklamakla suçluyorsunuz.Oysa bu ilişki açık ve kesin olarak kanıtlanmıştır. Örneğin BRCA1-2 gen testleri negatif olgularda meme kanseri şansı %1 iken, testin pozitif olduğu olgularda meme kanseri gelişme olasılığı %85 olmaktadır.

Sayın Ragıp bey siz bu ilişkiyi yüzde yüz bile bulmuş olsanız dahi, kanserin genetik sebeplerden olduğunu idda edemezsiniz. Çünkü TIP kanserin sebebini bilmemektedir. Siz sebebini bilmediğiniz bir sonucu, testetmesini bile beceremeyeceğiniz bir olaya bağlayamazsınız. Buna sizin hakkınız yoktur. Bu üstelik bilimsel bir yöntem değildir. Şunun için, bilim ancak test edebildiği olayların yorumunu yapmakla sorumludur. Bilim ancak görebildiği, test edebildiği bir yıldızdan bahseder.

İkincisi TIP şimdiye kadar genetiği bozulmuş bir kanser hücresi bulamamıştır. Bu bir tezdir. Tezin gerçeklikle hiçbir ilişkisi yoktur. Ancak ne yazık ki dünyayı bu doğma teze bir gerçeklişmiş gibi inandırdılar. Görüyoruz ki en çok da TIP mensuplarını bu teze inandırmışlar. Eğer benim kanser kitabımı okuma nezaketinde bulunursanız orada bu konuyu ayrıntıları ile açıkladık. (Kanser öldürmek için değil yaşatmak içindir, Yücel Aydemir 2013, Yaşamın gizemi yayıncılık)

Genetiğin kendisine gelince; çoğumuzun karıştırdığı bir olgu var. Genetik özellikler farklı bir şeydir genetik hastalıklar başka bir şeydir. Genetiğin mantığı, genetiğin oluşum süreci,  hastalıkların genetikle açıklanamayacağını bize gösterir. Şunun için:

  1. Bir özelliğin genetik olabilmesi için onun her şeyden önce canlının yaşam şansını arttırması gerekir. Canlının yaşam şansını arttıramayan bir özelliğin genetik olması mümkün değildir. Hastalıklar canlının yaşam şansını arttırmaz öldürür.

  2. Genetik bir özellik ya da hastalık, doğuştan ortaya çıkandır. Kırk yaşında ortaya çıkan bir hastalığı genetikle açıklamaya kalkmak, bir acizliği tanrıcılık oyunuyla kapatmaya benzer. Yaratılan hiçbir canlıda bir genetik yanlış bulamazsınız. Siz bir kelebeğin yanlış bir yanınının söyleyebilirmisiniz! Siz bir solucanın yanlış yaratıldığını söyleyebilirmisiniz! Yaratılanda genetik bir yanlış aramak, gafil bir tanrıcılık oyunudur. Eğer kırk yaşından sonra ortaya çıkan bir kanser varsa, yada başka bir hastalık, yanlışı  onun kırk yıllık yaşamında aramak gerekir, genetiğinde değil. Buna kaba bir örnek vermek gerekirse, kırk yıl sonra poposu yanan bir adamın oturduğu ateşi ararız, nerede genetik bir yanlış vardır diye değil. Ancak bu kaba gözle bile tespit edebildiğimiz bir olgu olduğu için örnek bile bize gülünç gelir. Hastalıklarda genetik yanlış aramak, siz ne kadar sayılarla ilişki aramaya kalkarsanız kalkın, ta başından düşünce biçimi olarak yanlıştır. Popoyu yakan yangını söndürmek gerekir, adamın geçmişindeki genetik hatayı aramak yerine.

  3. Şimdi biz sizin bilimsel olduğunu idda ettiğiniz sözü ele alalım. “Örneğin BRCA1-2 gen testleri negatif olgularda meme kanseri şansı %1 iken, testin pozitif olduğu olgularda meme kanseri gelişme olasılığı %85 olmaktadır.” 

Ragıp bey ben bir sosyologum ve bir sosyologun herşeyi dildir. O dildeki gramatiksel yada yazınsal yanlışa değil düşünsel yanlışlara bakar. Ve yolunu dil analizi yaparak bulur. Bu yöntem ne yazık ki çok kişi tarafından bilinmez. İnsanlar bir yazıyı okurken de o yazıdaki önermelerin mantıki içeriğini kavrayamaz. Bunu yazarken de birçok insan böyle yazar. Ne yazık ki bugün özellikle ülkemizde yazıp çizilenlerin çoğu politik içerikli olduğu için, bu tür yeteneklerimiz ya da gereksinmelerimiz de kaybolup gitmektedir. Şimdi siz bize BRCA1-2 negatif ya da pozitif kavramının ne demek olduğunu açıklarsaız, o zaman cümleniz okuruna biraz daha yargılama şansı tanır. Bu haliyle çok önemli, sanki okurun bilemeyeceği bir tablo çıkarır ortaya. Bir bilinmezliği bir başka bilinmezlikle açıklamak, kanserin sebebini açıklamak yerine geçmez.

Ama biz bunu bir tarafa bırakıp sadece cümlenizin mantiki analizini yaptığımız zaman, görürüz ki cümleniz Enformasyon içeren bir önerme teşkil etmez. Sanki bu cümle bize BRCA1-2 testinde negatif çıkanların %85  gibi bir kanser olma risklerinin olduğu havasını yaratır, ama bunun böyle olduğunu göstermez. Dolayisiyle bu güzel bir gazete haberi olabilir ama mantıki bir önerme değildir.

Daha önce de dediğim gibi, bilim sebep sonuç ilişkisi arasında mantıki ilişkiler kuran ve onu açıklayan bir metoddur. Siz yukarıdaki sayıları %100 bile bulsanız dahi, kanserin sebebini bilmiyorsanız ve sadece buna dayandırmaya çalışıyorsanız, bu ya bir propagandadır, ya da aciz bir tezdir. Ama realiteyi açıklayan, mantıki bir sonuç değildir.

5-Eserinizde “bizi kanser değil,kanser tedavisi öldürür”(sayfa241) ve “kanser demek ölüm demektir”(sayfa 209) buyuruyorsunuz.Kanser tedavilerinin çok az ve özel koşullar altında yapılanları ölümle sonuçlandığı ve yapılan tedavilerle hiç küçümsenmeyecek sayıda hastanın yaşam süresinde ciddi  artışlar sağladığı ve hatta hastalığın yenilebildiği gerçeğini, basit bir genellemeyle nasıl yok sayarsınız?

Bunu yok sayan ben değilim. Bunu yok sayan sizsiniz. Ben sizin (TIP’bın) verilerinize dayanarak söylüyorum bunları. Ve bu söyledikleriniz de doğrudur. Kanser tedavilerinde hedefin iyileştirmek olmadığını ve sadece teşhisten sonra sadece 4,5 yıl olduğunu söyleyen sizlersiniz. Bunun sebebi de aslında kemoterapilere karşı insanlar en fazla 4,5 yıl yaşıyabilmekteler de o yüzden bu kadar kesinlikle bilmektesiniz. Oysa hiçbir kanserlinin, tedavi olmadığı sürece ne kadar yaşıyacağını kimse bilemez. Ben o kadar çok insan tanıdım ki, korkusundan tedavi olmayıp da yirmi yılı aşkın yaşayan. Cerrahi müdahalelerde yaklaşık %25 ve kemo terapilerde ise yaklaşık %2 kurtulma şansının olduğunu söyleyen sizlersiniz. Bütün bunları biz doğru kabul ediyoruz. Burda benim katkım ise, şudur. Ben diyorum ki cerrahi müdahaleler öldürmez ama kanserden de bizi kurtarmaz. Çünkü kanser bir süreçtir. Tümör ise bu sürecin ilerki aşamasında ortaya çıkan bir kitledir. Cerrah bu kitleyi alınca kitleden kurtulmuş oluruz ama yanlış giden süreçten bizi kurtarmaz. Çünkü cerrah sürece değil sadece tümöre müdahale eder. Oysa kanser yanlış giden bir sürecin sonucudur. Siz bu tümörü almakta ne kadar başarılı olursanız olun, süreci durdurmadığınız sürece, yukarıdaki örnekte kişiyi ateşten kaldırmadığınız sürece, kanserin ilerlemesi devam edecektir. Ve başka bir yerde tekrar tümör sökün edecektir. Siz bunu hergün yaşayanlardansınız. Bunu sizin dile dökmeniz, sizin dünyaya, yaşama ve yaptığınız işe duruşunuzla ilgilidir. Ama ben bunu sizin yaşadığınızı adım kadar biliyorum. Çünkü bu işin matematiğidir.

Alıntı: “Gerçek olup olmadığını bilimsel verilerle kanıtlamadığınız bu varsayımlarınız kanserli hasta ve yakınları üzerinde yıkıcı bir etki yapacaktır. Örneğin,deri,prostat ve tiroid kanserlerinin istisnai bir bölümü dışında modern tedavi yöntemleri sayesinde insan ömründe herhangi bir azalmaya yol açmadığı geniş serilerde kanıtlanmış bir bulgudur”

“ömründe herhangi bir azalmaya” sayın Ragıp bey böyle bir cümle kökten yanlıştır. Gramatik flan değil, mantıki olarak yanlıştır. Siz bir insanın ömrünü bildiğinizi idda edemezsiniz. Bilemediğiniz bir ömrün sizin tedavileriniz yolu ile ömürlerinin kısalıp uzamadığını siz bilemezsiniz. Ne yazık ki bu cümleyi TIP’ cı arkadaşlarımız hep kullanır. Çünkü bunu kontrol edecek bir mekanizma daha oluşmadı. Şimdi sizleri bir mantık süzgecinden geçiren birine de hemen bilim dışı ilan etmeye kalkıyorsunuz. Gerçi bizi bilimin dışına itmek o kadar kolay olmayacak ama en azından sizlerin kendi dışınızdakilerin size yönelttikleri eleştirilerle nasıl yola gittiğinizi göstermektedir.  Bu cümlenin hiçbir tutulası yanı yoktur. Ne bilimsel nede dinsel. Hatta dinsel açıdan baktığımız zaman bu bir tanrıcılık oyunudur. Bu yüzden bu tür söylemlerinizden vaz geçin artık derim. Bunlar içeriği olmayan söylemlerdir.

Buna basit bir örnek vermek gerekirse, kimse bir ağacın ömrünü kolay kolay söyleyemez. Ama kestiğiniz bir ağacın ömrünü ise nerede ise saniyeler kesinlikte söyleyebilirsiniz. Bu ağacın kalınlığına ve sizin kesme hızınıza bağlıdır. İşte kanserli hastaların ömürleri de böyledir. Tedavi olanların ömürleri ile olmayanların ömürlerini kanser kitabımızda yayınladık. İşte orada kestiğiniz ağacın ömrünü tahmin etme olanağınız çok kolaydır.

Gerçek olup olmadığını bilimsel verilerle kanıtlamadığınız bu varsayımlarınız kanserli hasta ve yakınları üzerinde yıkıcı bir etki yapacaktır, diyorsunuz. Ragıp bey sizlere hodri meydan. Gelin bütün dünyanın gözü önünde, sizlerin umut yok dediği insanları birlikte iyileştirelim. Ne dersiniz. Ben o kadar gözü kara değilim. Yürekliliğimi gerçeğin gücünden alırım. Bizim iyileşmesine bilgilerimizle ışık tuttuğumuz insanları size tanıta bilirim, siz gidip kendiniz görüşebilirsiniz. Akciğer kanseri mi dersiniz, prostat mı dersiniz, kan kanseri mi dersiniz, aklınıza ne geliyorsa. Almanyada kemo terapi görüp, kemik iliği nakli ile tehdit edilen genç bir arkadaşımızı, bir daha geriye dönüşü olmaksızın kanserden kurtuldu. Eğer siz TIP’ cı arkadaşlarımız bizi susturmaya çalışmaz da, bizi bilimsel olarak eleştirir ve destek verirlerse, onların hep idda ettiği gibi insanlığa daha büyük katkıları olur.

Ama ne yazık ki, bu her zaman ve her yerde olmuştur. Sorun Galile yi boğmak değildir, asıl mesele olan dünyanın döndüğünü kavramaktır.

Bizim sunduğumuz yöntemin hiçbir tehlikesi yoktur. Bir ay içerisinde de sonuç verir. Hemen her hastalıkta. Eğer TIP cı arkadaşlarımız sağ duyulu davranır da bize izin verirlerse biz bunu bir ay içerisinde bütün dünyaya ispatlarız. Ve kısa sürede ülkemizde kanserin kökünün kazınmasına katkı sağlarsınız. Ancak burada tek soru kalıyor, iyi de hastahane yataklarını ne ile dolduracağız?

Alıntı: “Konu uzmanı olmayışınız size bu cesareti verse de,”fikir özgürlüğü” arkasına saklanarak bu şekilde kanıta dayanmayan varsayımlar sunmamalısınız!”

Ragıp bey, bir konunun uzmanı olmak için o konuda diploma sahibi olmayı gerektirmez. Ben bir doktor değilim. Ben bir bilim adamıyım. Bir doktor ile bir bilim adamı arasında bir fark vardır. Doktor kendisine verilen diploma ve yasalarla verilen yetki ile tedavi yapar. Yaptığı tedavinin nasıl bir sonuç verdiği hakkında bir bilgiye sahip olması gerekmez. O verilen yöntemleri uygular. En iyi doktor ise öğretilen bu yöntemleri en iyi uygulayandır.

Bir bilim adamı ise araştırır ve herkes için yazar. Bunu eleştirebilirsiniz ya da doğru bulabilirsiniz. Bunu doğru bulan bir vatandaş, eğer kendinde yeti buluyorsa, yani bizim önerimiz kadar basit ise kendinde uygular ve görür ne derece doğrudur ne derece yanlıştır. Bunu doğru bulan bir doktor da kendi hastalarına önerebilir, ya da sizin yaptığınız gibi eleştirebilir, ve rededer. Bugünkü dünyanın geldiği en güzel nokta bence budur. Bütün savaşlara ve barbarlığa karşın, dünya yeni bir güzelliğe yeni bir demokratik yapıya bürünmüştür. Biz de bu dünyanın güzelleşmesi için çalışıyoruz. Biz kimseye ne savaşı sunuyoruz, ne de kölelik. Tabiki sunduğumuz bu yöntem, doğruluğu oranında da taraftar bulmaktadır. Bu nedenle fikir özgürlüğünü kullanıyorum, ancak fikir özgürlüğüne sığınarak bu dünyanın zincirlerini, köleliğini çoğaltma niyetinde değilim. Eğer bana adresinizi yazarsanız size bir kg tuz göndereyim ve onu günde 3 litre, içerisine %01 oranında tuz katarak için ve 3 hafta sonra görüşlerinizi yeniden yazın. O zaman yazdıklarımızın az bile olduğunu göreceksiniz.

Alıntı: 6-Eserinizin  226.ncı sayfasında” modern bilim bütün diğer bilgi ve bilgelikleri aşağılar” demektesiniz.Bu cümle şöyle olsa idi onaylıyabilirdim: ”modern bilim bilimsel yöntemlerle kanıtlanmamış tüm bilgi ve savlar hakkında kuşku duyar”.

Keşke öyle diyebilseydim. Ama kitaptaki örneği anımsarsanız, dedik ki kemik erimesinin sebebini bir kırgız çoban bilir adını bilmez, bir TIP’ cı da adını bilir sebebini bilmez. Dünyanın toplumsal dengesi çobanın aleyhine dönmüştür çünkü. Artık kimse çobana kemik erimesinin sebebini soramaz. Aşağılamanın sebebi TIP’cıların kendisi değil, toplumdaki sözüm ona uzmanlık adı ile ortaya çıkan iş bölümüdür. “Konu uzmanı olmayışınız size bu cesareti verse de”, derken TIP bın dışındaki görüşlerin nasıl aşağılamaya çalışıldığını ayrıca ispat eder de.

Alıntı: “Eğitiminizde bilimsel bir temel olmadığını ya da düşünce sisteminizin bilimsel metodoloji dışında kaldığını, yukarıdaki ifadeniz hemen  ele veriyor.”

Bilim ve bilimsel metod hakkındaki görüşlerimi ve kullandığım bilimsel yöntemi her tarafta açıkladım. Bende bilim sebep sonuç ilişkisi arayan bir yoldur. Ve sebep sonuç ilişkisi aramayan tek bilim varsa o da TIP dır. O yüzden bende TIP bın kullandığı yöntemleri bulamamayışınız beni şaşırtmaz. Ben sadece ve sadece olaylar arasında matematiksel ilişkiler ararım. Bu ilişkiler dir beni bu kadar cesaretli kılan. Yoksa TIP” bın aşağılamaya çalıştığı gibi bilimsel yöntemi bilmediğim için değil.

Alıntı: ”Su ve gerçek tuzun yaşamsal önemine dikkat çeken eseriniz, yaptığı olumlu katkıdan çok daha fazlasını, insanları korkutarak ve tıp bilimine ve onun uygulayıcıları olan tüm doktorlara olan güveni sarsmaya yöneltmiştir. ”

Değerli Ragıp bey, bizim geldiğimiz noktada ise bu söylediğinizin doğru olmadığını belirtmek isterim. Biz hiç kimsede doktorlara karşı bir korku yaratmadık. Dünyada herkesi ilgilendiren bir konuda kendi çalışmalarımızı sunduk. Tabiki bu görüş kendi karşıtlarında bir korku yaratabilir. Bu korkunun büyüklüğü, doğrunun yayılması ile doğru orantılıdır. Ama dünyada bütün paradigma değişmeleri böyle olmuştur ki. Önce reddedilir, sonra tartışmaya başlanır, bir de bakmışsınız ki, herkes ondan bahseder hale gelmiş.

Bunun en canlı örneğiyim. Türkiye’de tuz yasaklanırken biz hey dedik, durun ne oluyorsunuz, tuzsuz yaşam olmaz. Önce herkes bize deli gözüyle baktı. Biz aynı zamanda Himalaya tuzu sunduk insanlara. Sonra o televizyonlarda meşhur olan otçu arkadaşlarınız var hanı, onlar dediler ki kardeşim tuz tuzdur, tuzun Himalayası Çankırısı olurmu, uzak duracaksınız. Adlarını vermiyorum. Çünkü televizyonları bir pazarlama aracı olarak kullanan hemen hepsi aynı süreçten geçti. Sonra kalktı Çankırı tuzu dediler. Şimdi de hepsi, otu biti bıraktı tuz tüccarı kesildiler. İşin garibi hemen hepsi bu himalaya tuzunu kendileri bulduğunu idda etmeye başladılar. Üstelik bunlar Profösör kimlikleriyle dolaşıyorlar. Sonra biz gülerek dedik ki vay zavallılara, İskenderin atlarının bulduğunu bilselerdi bu tuzu, kendilerini nasıl aşağıladıklarını anlarlardı. Çünkü modern insan kendisinin İskenderin atlarından daha akıllı olmak zorunda olduğunu düşünür.

Şimdi iş onkologlara sıçramış durumda. Sözümona ingilteredeki bir araştırmaya göre kanseri tuz ile yeniyorlarmış. Hele bak bak. Bu kadar sancıya ne gerek var. Dürüstce kalkıp fikrimizi sorabilirler. Nerde ise sekiz yıldır bu tezi savunuyoroz. Ama yine yanlış. Yine tersinden anlamışlar. Hep bir ilaç peşindeler. Tuzlu suyu kanserli bölgeye enjekte edip kanser hücrelerini öldürüyorlarmış. Ve böylece de kansere karşı daha etkili ilaçlar üretebilirlermiş.

Şu insanoğlunun içine düştüğü zavallılığı bir türlü anlayamıyorum. Beyler uyanın, uyanın, doğanın ilaca ihtiyacı yok. İnsan olmaya, insanca yaşamaya ve doğasına uygun yaşamaya ihtiyacı var. Şair Hasan Hüseyin derki, “insan neden öldüğünü bilmeyince ölümden medet ummak boş”. Bu söz sadece bir şir sözü değil aynı zamanda bir bilim sözüdür. Siz kanserli hücreyi neden öldürmeniz gerektiğini bilmeden kanserli hücreyi öldürmek boşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş boş. Adam işte ilaç bulacak ya, bütün dert deva bu. Oysa doğada hiçbir canlının ilacı yok. Bir kendini akıllı sanan insanın var. Bir yüzyıldır tonlarca ilaç yedik yuttuk ama bir iyileşeni görmedik. Görenler bize de söylesin.

Bizim  geldiğimiz noktada ise, TIP cı arkadaşlarmızın desteği ve katılımı ile bir su ve tuz araştırmaları enstütüsü kurma aşamasındayız. İnsanlar bu kurtuluş yöntemlerle iyileştikleri için size gelmeleri azalması, bu bizim onları korkuttuğumuz anlamına gelmez. Bu eşyanın doğasında olan birşeydir. Bende değil. Eğer sizin kaynağınız kurumuşsa ve insanlar başka kaynaklar bulmuşsa bunu bende değil kendi kaynağınızda aramanız gerekir. Ben insanların nerede ise tanrı diye yöneldiği ve dünyanın en büyük sektörüne karşı nasıl insanları korkutabilirim ki? O benim gücümü kat be kat aşan bir şeydir.

Bitirirken

Ragıp bey göstermiş olduğunuz ilgi ve nezaket için çok teşekür ederim. Kitabımın bundan sonraki baskılarında yaptığınız eleştirileri göz önünde bulunduracağım. Bunun için de ayrıca teşekkür ederim. Umarım insanlığın içine düştüğü bu körebe oyununda birbirimizi taşlayarak değilde, birbirimize destek vererek yolumuzu bulmaya yardımcı oluruz. Bu dünya hepimizin. Bu dünyayı güzelleştirmek isteyen herkesin katkılarına ihtiyacımız var. Üstelik bu bizim hoşumuza gitsin ya da gitmesin herkesin hakkı var. Kuş öterek güzelleştirir bu dünyayı, kurt uluyarak. Biz de her şeyden önce dürüstlüğümüzle, alçak gönüllülüğümüzle, mütavaziliğimizle ve heleki çalışmalarımızla güzelleştirebiliriz bu dünyayı. Bu dünyayı yaşanası kılmak için benimde söz hakkım var. Bu hakkımızı, meslek diye, uzmanlık diye elimizden almaya çalışmasınlar lütfen. Üstelik bilmeyenlere tekrarlayalım, bir sosyologun toplumsal olan her konuyu araştırmaya yetkisi ve yetisi vardır. Bunu bilmeyenler sosyologun bir kanser araştırması yapamıyacağını sanır, bu bir yanılgıdır. Yazdığımız kitap da bunun bir örneğidir.

Saygılar sunarım

Yücel Aydemir